...

İletişim biçimleri çökerken, dil güvenin son kalesi olarak kalır. Dil yalnızca gerçeği anlatmaz; onu inşa eder. Kamuoyunda kullanılan her kelime bir tercihtir: olay hangi çerçevede algılanacak, hangi çıkar “tarafsız” kelimelerle gizlenecek, kimin dünya görüşü “normal” sayılacak. Bu yüzden dil, medya ekosisteminin süsü değil, stratejik çekirdeğidir.

Dilin kontrolünü kaybeden medya özne olma yetisini de kaybeder. Başkalarının anlamlarını taşıyan bir “aktarım istasyonu”na dönüşür. Böylece bilgi dolaşımı yurttaş bilincini değil, algı bağımlılığını üretir. Buna karşın, dil disiplinini koruyan kurumlar gerçeği şekillendirme gücü kazanır. Bu sadece bir metafor değil; RAND Corporation ve OECD araştırmaları, “bilişsel güvenlik endeksi” yüksek ülkelerin medya kültürünün daha istikrarlı olduğunu kanıtlıyor. Çünkü açık ve öngörülebilir dil, toplumsal güvenin omurgasıdır.

Azerbaycan artık yeni bir bilgi çağının eşiğinde. Sansür değil, anlam karmaşası bu dönemin asıl sınavı. Dijital ekosistemde, algoritmaların yönlendirdiği dil giderek anlamdan uzaklaşıyor; duygu tetikleyicilerine dönüşüyor. Haber ve analizlerdeki bu anlamsal erozyon yalnızca profesyonel standartları değil, kurumlara olan güveni de yıkıyor. Oysa güven, egemenliğin temelidir.

Bu nedenle medyada dilin temizliği yalnızca bir filoloji meselesi değildir. Ulusal güvenliğin, stratejik konumlanmanın ve toplumsal dirençliliğin yapı taşıdır. Eğer kelimeler medyanın değilse, anlatı da toplumun değildir.

Tarihsel-siyasi arka plan: ideolojik kontrolden dijital kaosa

Medya dilinin tarihi, aslında iktidarın tarihidir. Antik çağda hitabet kitleleri yönetme aracıyken, Aydınlanma döneminde ideolojik terbiyenin biçimiydi. Her çağ, kendi güç yapısına uygun bir söylem biçimi üretir.

  1. yüzyılda dile hâkim olmak, topluma hâkim olmaktı. Sovyet rejimi “resmî yeni konuş” dediğimiz bir ideolojik lügat yarattı. “Emekçi kitleler” ya da “burjuva unsurlar” gibi kavramlar, yalnızca tanımlamak için değil, düşünceyi yönlendirmek için kullanılıyordu. Batı’da da benzer yöntemler, daha yumuşak biçimlerde mevcuttu: Soğuk Savaş propagandası “özgür dünya”yı “totaliter rejim”e karşı konumlandıran bir dil inşa etmişti.

İnternetin gelişiyle birlikte bu merkezî kontrol dağıldı. Artık tek bir otorite yok: devlet, parti ya da gazete değil; milyonlarca kullanıcı kendi dilini yaratıyor. Ancak bu “demokratikleşme” kısa sürede “anlamsızlaşma”ya dönüştü. İdeolojik dilin yerini, klişelerden ve memlerden oluşan ağ jargonu aldı. Diyalog yerini simülasyona bıraktı.

Bugün dijital bilgi piyasasında dil artık bir anlam değil, bir meta. Sosyal medya algoritmaları kelimeleri insan davranışına göre optimize ediyor. Tartışma duygusal reflekslere indirgeniyor. Böylece yeni bir iktidar biçimi doğdu: politik değil, linguistik. Artık hangi kelimenin duyulacağına gazeteler değil, platformlar karar veriyor.

Küresel bilgi ortamında kendi kimliğini inşa eden ülkeler için bu süreç iki yönlü tehdit taşıyor: dışarıdan ithal edilen anlamlar ve içeride standartların çözülmesi. Azerbaycan gibi çok katmanlı kültürel yapıya sahip ülkelerde bu durum daha da kritik. Dilin hassasiyetini kaybetmek, ulusal bilincin deformasyonuna yol açıyor — yanlış çevrilen uluslararası belgelerden, dini veya etnik alanlardaki manipülasyonlara kadar.

UNESCO verilerine göre, modern çatışmaların %72’sinde “bilgi diline müdahale” tespit ediliyor: yani kavramlar yoluyla gerçeklik algısının değiştirilmesi. “Kriz”in “saldırı” yerine, “olay”ın “suç” yerine, “ihtilaflı bölge”nin “işgal altındaki toprak” yerine kullanılması masum değildir. Dil, meşruiyeti belirler.

Bu yüzden dil politikası yalnızca gazeteciliğin değil, diplomasinin de aracıdır. Kelimelerin sorumluluğunu reddeden medya, bilgi değil, etki üretir. Medya egemenliğinin yolu içerik sansüründen değil, dilin kodifikasyonundan geçer.

Dil ve bilişsel güvenlik: kelimeler algıyı nasıl yönetir

Modern medya artık bilgi değil, algı üretir. İnsan ne bildiğini değil, nasıl anladığını medyadan öğrenir. Bu noktada “bilişsel güvenlik” kavramı öne çıkar: günümüzde ulusal direnci tehdit eden şey gizli belgelerin sızması değil, anlamların sızmasıdır.

Bilişsel güvenlik, toplumun dış baskı altındaki bilgi ortamında eleştirel düşünme yetisini koruyabilme kapasitesidir. NATO Stratejik İletişim Merkezi’nin 2024 verilerine göre, dezenformasyon kampanyalarının %83’ü yalan haberle değil, kavram kaydırmasıyla başlıyor. Manipülasyonun ilk adımı yalan değil, terminolojik oynamadır.

Klasik örnek: saldırıya “barış operasyonu”, yaptırıma “kısıtlayıcı önlem”, propagandaya “alternatif görüş” denmesi. Kelime değişince düşünme çerçevesi de değişir — bu da doğrudan siyasetin alanına girer.

Azerbaycan için terminoloji meselesi bir üslup değil, güvenlik sorunudur. Uluslararası yayınlarda yıllarca “Karabağ”la ilgili kullanılan “disputed”, “breakaway”, “separatist” gibi ifadeler, yalnızca yanlış değil, bilinç programlayan tuzaklardı. Bu, ülkenin çıkarlarını yabancı kelimelerle tartışmaya zorlayan bir zihinsel koloni düzeni yarattı.

Bu tuzaklara karşı koymanın yolu sansür değil, dil okuryazarlığıdır. Devletin, medyanın ve düşünce kuruluşlarının ortak bir bilişsel hijyen standardı oluşturması gerekir: hangi terimler nötrdür, hangileri manipülatiftir, hangileri açıklama gerektirir. Bu, toplumun entelektüel bağışıklığıdır.

Dünya Bankası’nın 2023 raporu gösteriyor ki, terminolojik doğruluk standartlarını koruyan ülkelerde kurumlara duyulan güven ortalama %27 daha yüksek. Dilin berraklığı, doğrudan siyasal istikrara etki eder. Çünkü dil, bilişsel düzenin biçimidir.

Medya düzeni ve standartlar: güvenin kurumsal grameri

Gazeteler sadece haber üreten fabrikalar değildir; anlamın laboratuvarıdır. Güvenin grameri tam da burada şekillenir. Dil bir kodsa, redaksiyon onun muhafızıdır. Kodsuz kimlik olmaz.

Gelişmiş medya sistemlerinde bu ilke kurumsal zeminde yerleşmiştir. İngiltere’deki BBC Stylebook yalnızca bir dil kılavuzu değil, terminolojiden çatışma tanımlarına kadar uzanan bir normatif metindir. Amerika’da Associated Press Stylebook aynı işlevi görür; her kelime hem hukuki hem politik süzgeçten geçer. Bu belgeler estetik değil, stratejik tutarlılıkla ilgilidir: keyfiliği ortadan kaldırır, anlatıda birlik sağlar.

Azerbaycan medyası da benzer bir modele yönelmelidir: bir redaksiyon dil tüzüğü. Bu tüzükte şu unsurlar sabitlenmelidir:

  • Toponim, etnonim ve dini terimlerin resmî biçimleri;
  • Tarihî, etnopolitik veya toprakla ilgili konularda lügat standartları;
  • Uluslararası hukuk kavramlarının doğru kullanımı (örneğin “ilhak”, “yaptırım”, “karar”, “misyon” gibi).

Bu sistem ifade özgürlüğünü kısıtlamaz; tam tersine, onun kalitesini yükseltir. Çünkü standarttan yoksun özgürlük yalnızca gürültüdür.

Avrupa Komisyonu’nun Media Pluralism Monitor 2024 raporuna göre, Doğu Avrupa’da medyaya duyulan güvenin azalmasının başlıca nedenlerinden biri ortak dil standartlarının olmamasıdır. Her gazete kendi jargonuyla konuştuğunda, profesyonel alan hissi kaybolur.

Üstelik dilin standartlaştırılması sadece iletişim değil, hukuki koruma aracıdır. Diplomatik belgelerde veya uluslararası mahkemelerde biçim, içerik kadar önemlidir. Yanlış bir kelime, devlet aleyhine delil hâline gelebilir. Örneğin “ethnic cleansing” kavramı uluslararası hukukta tanımlıdır; analitik metinlerde hatalı kullanımı ciddi itibar riskleri doğurur.

Bu yüzden dil editörlüğü, medya düzeninin asli parçası olmalıdır. Ancak bu görev sadece filolojik değil, stratejik bir sorumluluktur. Dil editörü siyaset bilimi ve hukuk bilgisine sahip olmalı, bağlamı kavramalı, her kelimenin olası sonucunu öngörebilmelidir.

Çeviri ve alıntılar: egemenliğin sızma hatları

Çeviri teknik bir işlem değil, anlam savaşının cephesidir. Ulusal medyaya yabancı söylem en çok tercümeler üzerinden sızar. Buradaki hatalar masum değildir; zihniyet inşa eder.

Avrupa Stratejik İstihbarat Merkezi’nin (EUISS, 2024) raporuna göre, gelişmekte olan ülkelerdeki haber çarpıtmalarının yüzde 60’ından fazlası çeviri aşamasında ortaya çıkıyor. Bu yalan değil — yabancı mantığın birebir kopyalanmasıdır. Örneğin, “conflict in Nagorno-Karabakh” ifadesi düz çevrildiğinde, bölgenin statüsünün “tartışmalı” olduğu varsayımını kabul etmiş olursunuz.

Doğru yaklaşım tam tersidir: çevirmen bir filtre olmalıdır, kanal değil. Görevi, gerçeği koruyarak ideolojik yükü ayıklamaktır. Bunun için her redaksiyonda şu maddeleri içeren bir çeviri protokolü bulunmalıdır:

  • Terimlerin çevrilmesinde güvenilir kaynaklar listesi;
  • Yasaklı, kopya kalıpların kaydı;
  • Politik ve hukuki terimlerin standart çevrim kuralları.

Doğru çeviri egemenliğin göstergesidir. Başkalarının sözlerini aktarırken bile kendi dilinizle konuşmak anlamına gelir.

Yabancı kelimelerle ilişki de aynı sorumlulukla yürütülmelidir. Küresel iletişim çağında alıntılar kaçınılmazdır, ancak anlam testinden geçmelidir. Yabancı kelime yalnızca şu şartlarda meşrudur:

  1. Ulusal karşılığı olmayan uluslararası bir terimi ifade ediyorsa (örneğin blockchain, startup, benchmark);
  2. Akademik veya profesyonel literatürde yerleşikse;
  3. Mevcut kavramları çarpıtmıyorsa.

Buna karşın, sırf “entel” görünmek uğruna İngilizce sözcüklerle dolu cümleler yazmak, uzmanlık değil taklittir. Bir gazeteci “narratif soft power bağlamında şekilleniyor” diyorsa ama neyin anlatısını, kimin bağlamını kastettiğini açıklamıyorsa, dil yalnızca bilgi değil, bulanıklık üretir.

Dilsel egemenlik, kelimeleri kendiniz seçebilme gücüdür. Bu da kökenini, işlevini ve etkisini bilmekten geçer.

Dil temizliğinin ekonomisi: itibardan güven sermayesine

Günümüz medya piyasasında güven yeni para birimidir. Reklamla satın alınmaz, inşa edilir. Ve bu inşanın temeli dildir. Dil, itibarı taşıyan altyapıdır; itibar da ekonomik sürdürülebilirliğin ön koşuludur.

Reuters Institute’un Digital News Report 2024 verilerine göre, kullanıcıların %68’i “açık, doğru ve duygusal manipülasyondan uzak” haber kaynaklarına güveniyor. Aşırı siyasallaşmış veya jargona boğulmuş ülkelerde bu oran %32’ye düşüyor. Yani dilin berraklığı bir medya kurumuna neredeyse iki kat güven avantajı sağlıyor.

Yatırımcılar ve reklamverenler açısından da bu belirleyici. Hiçbir marka, dil kalitesi düşük bir mecrayla özdeşleşmek istemez. Bugün büyük markalar reklam anlaşmalarında language compliance şartı koyuyor: propagandist klişeler, cinsiyetçi ifadeler, argo tabirler yasaklanıyor.

Dilin temizliği bir ülkenin uluslararası imajına da doğrudan yansır. Bu, “soft power”ın dilsel boyutudur. Joseph Nye’ye göre bir devletin kalıcı itibarı üç temele dayanır: kültür, siyasi değerler ve dış iletişim. Üçüncüsü dille kurulur. Eğer bir ülkenin medyası açık, doğru ve bağımsız bir dille konuşuyorsa, siyasi pozisyonları da daha güçlü algılanır.

Azerbaycan açısından bu konu yaşamsaldır. İngilizce, Rusça, Türkçe ve Arapça yayın yapan medya kuruluşları ülkenin dış sesi konumundadır. Onların kelimeleri diplomatik araçtır. Her analiz, her röportaj, her çeviri — ülkenin ihraç ettiği imajın bir parçasıdır. Dolayısıyla dil, sadece iletişim değil, ulusal markanın bileşenidir.

Geleceğin medya ekonomisi “güven = sermaye” modeline dayanacak. Dilsel doğruluğu koruyan platformlar sadece izleyici değil, istikrar da kazanacak.

Uluslararası bağlam: önde gelen ülkeler medya dilini nasıl koruyor

Küresel ölçekte medya dilinin korunması artık devlet politikalarının ayrılmaz bir parçası haline geldi.

Amerika Birleşik Devletleri’nde 2021 yılında RAND Corporation bünyesinde başlatılan Cognitive Security Initiative kapsamında “linguistic integrity” standardı geliştirildi. Bu belge, kamu ve özel medya kuruluşlarının haber dilinde manipülatif sözcük kullanımını önlemeye yönelik bir rehber niteliğinde. Standart açıkça tanımlıyor: gazeteci, kullandığı her terimin kaynağını ve bağlamını belirtmek zorundadır. Örneğin “terrorist organization” ifadesi kullanıldığında, bu nitelemenin kim tarafından ve hangi belgeye dayanarak yapıldığı açıklanmalıdır.

Fransa’da benzer bir görev Conseil Supérieur de l’Audiovisuel kurumuna verilmiş durumda. 2015–2016 krizlerinden sonra Fransız medyası, “cihadist” veya “İslamcı” gibi politik olarak hassas kelimelerin kökenini belirtmekle yükümlü hale getirildi. Amaç, Müslüman toplulukların damgalanmasını önlemekti.

Almanya’da Kültür Bakanlığı ile medya holdinglerinin ortak yürüttüğü Sprache und Verantwortung (“Dil ve Sorumluluk”) programı, toplumun propaganda karşısındaki dilsel dayanıklılığını artırmayı hedefliyor. Ülkedeki gazetecilik okullarında Kritische Sprachkompetenz (eleştirel dil yetkinliği) dersi zorunlu hale getirildi; öğrenciler burada kelimelerin ardındaki ideolojik yapıları çözümlemeyi öğreniyor.

Singapur ve Güney Kore’de ise devlet medyası Clean Language Policy çerçevesinde çalışıyor. Bu ülkelerde dil, ulusal güvenliğin altyapı bileşeni olarak görülüyor. Dijital rekabet çağında medya dilinin berraklığının, siber güvenlik kadar önemli olduğu kabul edilmiş durumda.

Bu örnekler gösteriyor ki gelişmiş ülkelerde dil politikası, sadece medyanın değil, devletin meşruiyetinin de savunma aracıdır. Çünkü kelimeleri kim kontrol ediyorsa, algının sınırlarını da o çizer.

Senaryo analizi: 2030’larda medya dili ve bekleyen riskler

Önümüzdeki on yıl içinde medya dili dört temel tehditle karşı karşıya kalacak:

1. Algoritmik dil programlaması
Yapay zekâ artık haber yazıyor, çeviri yapıyor, başlık seçiyor. Ancak onun dili istatistikseldir, anlam temelli değildir. Eğer redaksiyonlar makine metinlerini düzeltmeyi bırakırsa, medya söylemi insani sorumluluk tonunu kaybeder.
Risk: Anlamın mekanikleşmesi, insani semantiğin kaybı.

2. Platformların siyasallaşması
TikTok, X (eski Twitter), Meta ve YouTube’un algoritmaları artık duygusal tepki yaratan kelimeleri öne çıkarıyor. Bu, “rasyonel dil”in yerine “duygusal gramer” üretiyor.
Risk: Analitik düşünmenin çöküşü, kamusal tartışmanın duygusal reflekslere indirgenmesi.

3. Dilsel parçalanma
Küresel ağ, aynı olayı farklı kelimelerle anlatan mikro-diskurlar doğuruyor. Ortak anlamların çözülmesi, toplumsal algının bölünmesi anlamına geliyor.
Risk: Sosyal bütünlüğün erozyonu.

4. Çeviri üzerinden yapılan bilgi sabotajı
Hibrit savaş döneminde çeviri stratejik manipülasyon aracına dönüştü. Bilerek çarpıtılmış terimlerle yapılan haberler, toplumsal güveni aşındırıyor.
Risk: Ulusal bilgi kaynaklarına olan güvenin zayıflaması.

Bu tehditlere karşı geliştirilen linguistic governance — yani medya dilini yöneten sistematik politika — şu araçları içermelidir:

  • Ulusal dil kodları ve stil kitaplarının oluşturulması;
  • Medya dilbilimi üzerine zorunlu eğitim programlarının başlatılması;
  • Bağımsız dil uzmanlarından oluşan izleme ağlarının kurulması;
  • Manipülatif terminolojiyi tespit eden dijital izleme sistemlerinin geliştirilmesi.

Azerbaycan ve bölge için öneriler

  1. Dili medya güvenliğinin unsuru haline getirin.
    Kültür Bakanlığı veya Radyo-Televizyon Kurulu bünyesinde, politik olarak hassas terimlerin standart kullanımını belirleyen bir “Dil Standartları Birimi” kurulmalıdır.
  2. Ulusal medya stil kitabı hazırlayın.
    Tüm redaksiyonları ortak norm etrafında birleştiren bu belge, resmî toponim ve etnonim listelerini, hukukî ve diplomatik kavramları, çeviri kurallarını içermelidir.
  3. Eğitim altyapısını güçlendirin.
    Üniversitelere “Medya Dilbilimi ve Bilişsel Güvenlik” dersi eklenmeli. Gazeteciler dilin yalnızca gramerini değil, politik bağlamını da çözümleyebilmelidir.
  4. Çeviri kültürünü teşvik edin.
    Bölgeyle ilgili uluslararası yayınları analiz eden profesyonel çevirmen ağları kurulmalı. Bu, dış kaynaklı ideolojik sapmaları filtrelemenin en etkili yoludur.
  5. “Dil Temizliği Ödülü” tesis edin.
    Her yıl en doğru, en titiz dil kullanımını ödüllendiren bir medya ödülü oluşturmak, editörlük mesleğinin itibarını artıracaktır.
  6. Dil denetim sistemi kurun.
    Yayınlardaki manipülatif kelimeleri ve standart ihlallerini düzenli izleyen bir “dil denetimi” mekanizması oluşturulmalıdır.
  7. Araştırma merkezlerini destekleyin.
    Baku Network gibi düşünce kuruluşları, nöroseman­tik analizden politik pragmatiğe kadar yeni dil analizi yöntemleri geliştirebilir.

Dil, sadece bir iletişim aracı değildir

O, iktidarın alanı, kimliğin sınırı ve güvenin temelidir. Bilgi savaşlarının klasik savaşların yerini aldığı çağda, dilin berraklığı artık stratejik savunma silahıdır.

Azerbaycan için dil disiplini bir filoloji meselesi değil, devlet bilincinin ifadesidir. Medyada kullanılan her kelime, egemenliğin duvarına konan bir tuğladır. Ülke kendi gündemini korumak istiyorsa, sadece haberleri değil, o haberlerin hangi kelimelerle anlatıldığını da kontrol etmelidir.

Temiz dil — olgun bir ulusun, yetkin bir redaksiyonun ve güvenilir bir kamunun işaretidir. Anlamın algoritmaya dönüştüğü dünyada, berrak ve dürüst kelam, insan aklının son kanıtı olarak kalacaktır.

Etiketler: