...

8 Ağustos 2025’te Azerbaycan ve Ermenistan arasında ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda Beyaz Saray’da imzalanan barış deklarasyonu, son otuz yılın en önemli diplomatik adımı olarak değerlendiriliyor. Fakat bu belgeyi diğerlerinden ayıran asıl fark, sadece kağıt üzerinde kalmamış olması. Tarihte ilk kez, taraflar sembolleri bir kenara bırakıp somut adımlar atmaya başladı.

Bu analizde odak noktası şu soruda yatıyor: Azerbaycan ile Ermenistan arasında oluşan savaş sonrası denge kalıcı bir bölgesel güvenlik sistemine dönüşebilir mi, yoksa yeni barış mimarisi dış güçlerin çıkarlarıyla iç çelişkiler arasında sıkışmış kırılgan bir uzlaşma olarak mı kalacak?

Bu soru, klasik Bakü–Erivan rekabetinin ötesinde bir meseledir. Konu, küresel ve bölgesel güçlerin kesişen çıkarlarını, teknoloji yarışını, askeri yatırımları ve yeni bir güvenlik mantığının inşasını kapsıyor. Artık diplomasi askeri üstünlük olmadan, barış da stratejik caydırıcılık olmadan yürüyemiyor.

Bu anlamda 2025 barış deklarasyonu, savaşın bitişi değil, onun yeni – kurumsal – bir evreye geçişidir. Burada belirleyici faktör, “potansiyelle kanıtlanmış istikrar”dır. Azerbaycan bu denklemde yalnızca bir savaş galibi değil, egemen denge kavramına dayalı yeni bir barış modelinin mimarı olarak öne çıkıyor.

Tarihi ve siyasi arka plan: “donmuş çatışmadan” caydırıcılık mimarisine

Sovyet sonrası Güney Kafkasya tarihi, aslında sadece savaşların değil, başarısız barış girişimlerinin de hikayesidir. İlk Karabağ Savaşı’nın (1988–1994) ardından uluslararası toplum “denge” illüzyonuna sarıldı. Statüko, AGİT Minsk Grubu’nun, Rusya’nın, Fransa’nın ve ABD’nin gözetiminde korunuyordu. Fakat bu “denge” sahteydi: çatışmayı donduruyor ama çözmüyordu.

2020’deki İkinci Karabağ Savaşı bu yapay düzeni paramparça etti. Azerbaycan’ın zaferi, bölgesel güvenlik mantığını kökten değiştirdi ve “dış arabuluculuk” modelini temelden sorgulattı. Artık kalıcı barışın tek şartı belliydi: Barışın mimarı bölgenin kendisi olmalıydı, dış güçler değil.

O günden beri Azerbaycan bu stratejiyi istikrarlı şekilde uyguluyor: “Bölgesel güvenlikten bölgesel sorumluluk” anlayışı. Bu model üç temel sütun üzerine kuruludur:

  1. Askeri-teknolojik üstünlük – barışın garantisi olarak;
  2. Altyapısal entegrasyon – ulaştırma, enerji ve iletişim ağlarıyla bölgeyi birbirine bağlamak;
  3. Çok katmanlı diplomasi – Türkiye’den Orta Asya’ya, ABD ve AB’ye kadar uzanan ortaklıklar ağı kurmak.

2025 Barış Deklarasyonu bu stratejik çizginin mantıklı devamıdır. Belgenin Washington’da imzalanması, Kafkasya’daki yeni barış düzeninin “vesayetle” değil, Azerbaycan’ın bağımsız aktörlüğünün tanınmasıyla şekillendiğini göstermiştir.

Uluslararası anlaşmaların tarihine bakıldığında, barışın kalıcılığı garantörlerin değil, güç dengelerinin ürünüdür. Denge bozulduğunda, en sağlam anlaşmalar bile çöker. Bakü–Erivan anlaşmasını sağlam kılan da tam olarak budur: Azerbaycan’ın askeri, siyasi ve ekonomik kapasitesi, her türlü revanşist senaryoya karşı caydırıcı bir çerçeve oluşturuyor.

Askeri-teknolojik denge: caydırıcılık mimarisi ve yeni güvenlik düzeni

Uluslararası ilişkilerde temel bir kural vardır: Barış, ancak savaşın bedeli iki taraf için de katlanılmaz hale geldiğinde mümkündür. Azerbaycan tam da bu dengeyi yakaladı – dış garantilerle değil, kendi stratejik kapasitesiyle.

2020 zaferinin ardından Bakü, “stratejik caydırıcılık” doktrinine geçti. Bu doktrin, teknolojik üstünlük ve müttefiklerle çok katmanlı entegrasyon üzerine kurulu. Azerbaycan Maliye Bakanlığı verilerine göre ülkenin 2025 savunma bütçesi 7,9 milyar manat, 2026’da ise 8,7 milyar manata çıkacak. Bu rakam, GSYH’nin yüzde 5’ine denk geliyor – yani birçok NATO ülkesinden daha yüksek. Karşılaştırmak gerekirse, Ermenistan savunmaya yaklaşık 1,46 milyar dolar (GSYH’nin %4,2’si) ayırıyor ancak teknolojiye erişim kısıtlılığı ve düşük operasyonel uyumluluk nedeniyle bu harcamalar etkin sonuç vermiyor.

Türkiye: müttefiklikten kurumsal entegrasyona

Türkiye’nin Güney Kafkasya’nın yeni mimarisindeki rolü hafife alınamaz. 2020 sonrası Ankara, Azerbaycan’ın güvenliğinin garantörü konumundaydı; 2025 sonrası ise bölgesel entegrasyonun eş-yazarı haline geliyor. Savunma sistemlerinin ortak inşası, bir hava savunma koordinasyon merkezi kurulması ve “Şahdağ Defense” programının geliştirilmesi sadece askeri projeler değil. Bunlar, tek bir savunma alanı oluşturma yönünde atılan somut adımlar.

2025’te Azerbaycan–Türkiye ticaret hacmi 7,5 milyar doları aştı; 2026’da 10 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Enerji alanında TANAP çerçevesinde yeni projeler ve Hazar’da ortak arama anlaşmaları hayata geçiriliyor.

Bunun ötesinde Türkiye, Zengezur koridoru, Trans-Hazar rotası ve Turan ekonomik kuşağı gibi ulaşım inisiyatiflerinin koordinasyon merkezi haline geldi. Bu projeler, Kafkasya’yı, Orta Asya’yı ve Avrupa’yı birbirine bağlayan yeni bir entegrasyon ekseni yaratıyor.

Rusya: tekelleşmenin kaybı ve yeni form arayışı

Moskova için deklarasyon, etki kaybının acı bir simgesi oldu. Rusya uzun yıllar Güney Kafkasya’yı kendi özel nüfuz alanı olarak gördü; ancak 2022 sonrası, Ukrayna savaşı ve yaptırım baskıları Kremlin’in kaynaklarını tüketti.

Güvenlik alanında geleneksel olarak Rusya’ya bağımlı olan Ermenistan, Moskova’dan belirgin bir mesafe aldı. Rus askeri danışman sayısının azalması, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ndeki (KGAÖ) katılımın askıya alınması ve Gümrü’deki 102. Üssün kademeli çekilmesi dışarıdan görünen işaretler. Gerçekte Rusya, sadece bir müttefiki değil, bölge üzerindeki kontrol aracını kaybediyor.

Azerbaycan ise Moskova ile pragmatik ilişkiler kuruyor; enerji ve lojistik ortaklığı temel, siyasi bağımlılık yok. Rusya Azerbaycan üzerinden geçen koridorların ve tedariklerin sürmesini istiyor, ancak baskı mekanizmalarına sahip değil.

Yeni konfigürasyonda Rusya sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi tekeli de yitiriyor.

Hindistan ve Fransa: semboller ekseni

Ermenistan’ın partner çeşitlendirme çabası Hindistan ve Fransa ile yakınlaşmada görüldü. Ancak bu eksen stratejik derinlikten yoksun.

Fransa, Ermeni meselesini iç ve seçmen politikası aracı olarak kullanıyor; diaspora üzerinden siyasi sermaye üretmeyi ve AB içinde Washington’dan farklı bir rota izlediğini göstermeyi hedefliyor. Fakat askeri anlamda Paris, İrəvan’a pratik bir destek sunamıyor: silah sevkiyatları sınırlı, lojistik imkanlar zayıf.

Hindistan ise Ermenistan’ı savunma teknolojilerini sergileme ve Avrasya pazarındaki pozisyonunu güçlendirme alanı olarak görüyor. Su-30MKI ve hava savunma sistemleri tedarikine dair anlaşmalar daha ziyade pazarlama mahiyetinde; olası bir çatışmada bu tedarikler operasyonel durumu kökten değiştirecek kapasitede değil.

Çin: temkinli istikrar destekçisi

Çin geleneksel olarak ihtiyatlı davranıyor. Asıl hedefi, “Bir Kuşak — Bir Yol” rotaları üzerinden geçen lojistiğin öngörülebilirliğini korumak. Azerbaycan Çin için sadece enerji ortağı değil, aynı zamanda Avrupa’ya açılan bir köprü. 2024’te Çin yatırımları, Alat limanında terminaller inşası ve Bakü–Tiflis–Kars hattının demiryolu modernizasyonu dahil olmak üzere yaklaşık 1,8 milyar dolara ulaştı.

Pekin post-konflikt düzenlemeyi destekliyor ama siyasete müdahale etmiyor: Kafkasya’da istikrar, Çin için öncelikle lojistik istikrar demek.

Washington deklarasyonundan sonra hava dengesi: Su-30 mu, JF-17 mi; Ermenistan ve Azerbaycan Hava Kuvvetlerinin gerçekçi konfigürasyonu

8 Ağustos’ta Beyaz Saray’da ABŞ prezidenti Trump aracılığıyla imzalanan barış deklarasyonunun ardından taraflar kalıcı bir barış kurma yönünde somut adımlar attı. Nihai anlaşma henüz tam şekillenmemiş olsa da, Ermenistan ve Azerbaycan resmi olarak yıllara yayılan çatışmanın sona erdiğini ilan etti. Vurgulamak gerekir ki, bu tür uzlaşmaların çoğunda görülenin aksine, Bakü–İrəvan mutabakatları dış arabuluculara bağımlı kalmadan sağlandı; bu da uluslararası pratiğin sıklıkla gösterdiği bir gerçeği doğruluyor: süper-garantiler her zaman barışın kalıcılığını sağlamıyor. Gerçek garanti, taraflar arasındaki stratejik güç dengesi ve siyasi iradedir. Bugünkü denklemde, revansist adımları engelleyen ana unsur Azerbaycan’ın askeri kapasitesidir. 2020 zaferinin ardından başlatılan modernizasyon, profesyonel çekirdeğin güçlendirilmesi ve ileri sistemlerin entegrasyonu sürdürülebilir caydırıcılığı pekiştirdi. 2026’ya gelindiğinde Azerbaycan’ın savunma bütçesi 8,7 milyar manata ulaşıyor — 2021 seviyesinin neredeyse iki katı; öncelikler açık: Hava Savunma, Hava Kuvvetleri, C4ISR ve İHA bileşeni. Ermenistan ise 2024–2025 döneminde tek seferlik bir harcama artışı (1,6–1,7 milyar dolar arası) yaşasa da, deklarasyon sonrasında 2026 bütçesini yaklaşık %16 daraltacağını açıkladı — ekonomik güç açısından daha büyük rakiple sürdürülebilir bir silahlanma yarışı yürütmenin makro-finansal riskleri kabul etmesinin objektif bir sonucu.

Bu bağlamda “hava” mecazi değil, barışın altyapısıdır. Hava üstünlüğü ve komuta-bilgi ağının kalitesi, krizden tırmanmaya kadar tüm senaryolar için başlangıç koşullarını belirler. Aşağıda Ermenistan’ın muhtemel satın alma çekirdeği (Hindistan versiyonlu ağır Su-30 ailesi “Flanker”) ile Azerbaycan’ın yeni hava gücü çekirdeği (JF-17 Block III) arasındaki karşılaştırma ve tarafların mevcut/öngörülen Hava Kuvveti kadrolarının analizi yer alıyor.

1) Su-30MKI vs JF-17 Block III: “ağır vs hafif” değil, “platform vs sistem”

Sınıf ve rol. Su-30MKI, Hindistan’ın HAL tarafından Rus lisansıyle üretilen, çift motorlu, uzun menzilli çok maksatlı ağır avcı uçağıdır; başlangıçta uzun devriyeler, uzak kesimlerde önleme ve kara hedeflerine güçlü vuruş kapasitesi için tasarlandı. JF-17 Block III ise Pakistan–Çin ortak gelişimi modern, hafif çok maksatlı bir avcı; ağ merkezli savaşa uygun dijital mimari, AFA radar, uzun menzilli hava-hava füzelerine erişim, yüksek taktik esneklik ve düşük yaşam döngüsü maliyeti üzerine optimize edildi. Su-30MKI daha ağır, daha fazla yakıt ve silah taşıyor ancak işletme, altyapı ve eğitim maliyeti çok daha yüksek. JF-17 B3 daha hafif, daha ucuz ve sayısal olarak hızlı ölçeklenebiliyor; hızlı operasyonel büyüme ve yüksek sortiler gereksinimi olan ülkeler için kritik avantaj sağlıyor.

Radar ve durum farkındalığı. Su-30MKI temel konfigürasyonda çoklu hedef takibi ve hava/yer görevleri için N011M “Bars” PFAR radarıyla donatılmıştır. Hindistan’ın “Super Sukhoi” modernizasyon programı AFAR entegrasyonu ve RER (radyo-elektronik) güncellemeleri öngörse de, bu program ağırlıklı olarak Hindistan Hava Kuvvetleri parkına yönelik olup potansiyel ihracat için aynı hızda uygulanması teknik ve mali açıdan zorludur.

JF-17 Block III ise seri üretimde AFA(R) tipi KLJ-7A radarı ile geliyor; dijital veri yoluna, RER paketlerine ve kask üstü göstergelere entegrasyon sağlanmış durumda. Açık kaynak spesifikasyonlarına göre bu radar, hedef tespiti, takibi ve uzun menzilli BVR (görüş ötesi) füzelerine kilit hedef ataması yapabiliyor; ayrıca İHA’lar, karasal radarlar ve AWACS gibi dış veri kaynaklarıyla “temiz” entegrasyona izin veriyor. AFAR ve programlanabilir kokpit mimarisi, parazit ortamında dayanıklılığı ve yeni silah nomenklatürüne hızlı adaptasyonu mümkün kılıyor.

Hava-hava silahları. Hindistan konfigürasyonundaki Su-30MKI Astra Mk.1/2 gibi yerli füzeleri ve klasik R-77/R-73 tiplerini kullanabiliyor; ancak Ermenistan için asıl sınırlayıcı unsur mühimmat erişimi, lisanslar ve entegrasyon kanalları olacak: Rus savunma sanayi çevresindeki siyasi-yaptırım riskleri ve Hindistan’ın öncelik farklılıkları “tam paket” teslimatını belirsiz kılıyor.

JF-17 B3, Çin menşeili uzun menzilli PL-15E ve SD-10 gibi BVR füze ailesine yöneliktir (bazı kaynaklar PL-15E’nin 140+ km menzil iddia ettiğini yazıyor). Bu kombinasyon — AFAR + yeni BVR yelpazesi — vuruş bölgesinde niceliksel ve niteliksel sıçrama sağlar. Azerbaycan için önemli pratik sonuç: JF-17 B3’lerin temini, Rus nomenklatürüne bağımlı kalmadan derinlemesine bir hava müdahale katmanı oluşturma imkanı veriyor.

Menzil, yük ve görev profili. Su-30MKI, maksimum savaş yükü ve yakıt deposu açısından öne çıkar — özellikle deniz ve derin vuruş profillerinde güçlü bir platformdur. Ancak Ermenistan gibi geniş bir lojistik-alt yapı ve havada ikmal ağı olmayan bir ülke için çift motorlu ağır filonun “tam potansiyel”le işletilmesi bütçesel olarak problemli hale gelir. JF-17 B3, taşıma kapasitesi bakımından geride kalsa da sorti maliyeti, tekrar havalanma tempo ve esnek üslenme açısından avantaj sağlar.

Yaşam döngüsü maliyeti ve teknolojik riskler. Su-30MKI daha pahalı işletme ve tedarik zinciri bağımlılığı getiren bir makine; motorlar, yedek parçalar, bakım kapasitesi büyük bütçe ve altyapı gerektirir. Ermenistan’ın bu uçaklarla etkili bir filoyu işletmesi için korunaklı hangarlar, ZİP stoğu, mühimmat hattı, simülatörler ve geniş bir teknik personel ağı gerekir — ki bunlar pratikte eksik. Azerbaycan ise farklı bir mantıkla hareket ediyor: JF-17 B3’lerin toplu alımı, birleştirilmiş filo yaklaşımı, ölçeklendirilebilir bakım sözleşmeleri ve mevcut Türk-İsrail ağ merkezli komuta ile hava savunma entegrasyonuna uyum sağlıyor.

Pratik tecrübe ve “Keşmir dersleri”. Hindistan’ın Su-30MKI’ları, Keşmir’de Pakistan platformları ve JF-17’lerle gerçek çatışma ve tatbikatlarda karşılaştı. “Flanker”ın teorideki avantajları uygulamadaki değerlendirmelerle her zaman örtüşmedi; aynı zamanda Pakistan tarafı, ağ merkezli BVR taktiğini ve JF-17 parkını güçlendirdi. Ermenistan için çıkarılacak ders açık: ağır bir platform, gerekli mühimmat, ağ mimarisi ve PVO örtüsü olmadan panzehir değil, pahalı bir vitrin riski taşıyor.

Platformların sonucu. Su-30MKI — derin ve maliyetli bir ekosistemle anlamlı olan güçlü bir “ağır” araçtır: mühimmat, bakım, simülatörler, modernizasyonlar, AWACS, PVO ve sağlam lojistik destek gerekir. JF-17 B3 ise sistemsel yaklaşımıyla, ağ-merkezli bir mimari kuran ve maliyet etkinliği ile kitlesel yenilemeyi hedefleyen ülkeler için ideal bir enstrümandır. Ermenistan için ilki maliyet ve zaman açısından orantısız riskler içerirken; Azerbaycan için ikincisi mevcut altyapı ve müttefik yapılarla organik uyum gösterir.

Ermenistan hava kuvvetleri: envanter kısıtları ve harekatın “dar boğazları”

Mevcut envanter ve kullanım tecrübesi. Son yılların en görünür alımı, 2020 savaşı öncesinde Rusya’dan tedarik edilen dört adet Su-30SM oldu. 2021’de ortaya çıkan kritik ayrıntı şuydu: savaşın başladığı anda İrəvan’ın bu uçaklar için tam kapsamlı hava-hava güdümlü füze paketi yoktu. Neticede uçaklar, kamuoyunda da kabul edildiği üzere, pistte silahsız “beyaz fil” olarak kaldı.

Tedarikçiyi “değiştirme” niyeti. Moskova ile askeri-teknik ilişkilerin bozulması ve teslimat aksamaları fonunda İrəvan, hava savunmadan havacılığa kadar Hindistan hattını çalıştı. Hint ve bölge medyasında, Ermenistan’a Su-30MKI satışı üzerine “ciddi müzakereler” ve 10–12 uçaklık paketle “Güney Kafkasya’da dengeyi yeniden kurma” anlatısı sık sık gündeme geldi. Ancak bunlar, tam mühimmat ve altyapı-finansman bütünlüğüyle doğrulanmayan siyasi-medyatik sinyaller olarak kaldı.

Yapısal sorunlar. Hızlandırılmış bir Su-30MKI alımı varsayılsa bile, Ermenistan Hava Kuvvetleri üçlü bir sınırlayıcıyla karşılaşacaktır:
— Üs ve bakım. Motorlar, alt sistemler, test tezgahları ve onarım kabiliyeti için yıllara yayılan kurulum döngüsü ve sürdürülebilir sözleşmeler gerekir.
— Mühimmat ve eğitim. Hava-hava ve hava-yer füzeleri, sertifikasyon, entegrasyon, personelin uçuş saati ve taktik üretimi zaman ister; bölgenin çatışma coğrafyası bu zamanı garanti etmez.
— Ağ mimarisi. AWACS, orta-uzun menzilli sağlam bir hava savunma şemsiyesi ve korumalı muhabere olmadan ağır platform, teorik üstünlüğünü sahaya yansıtamaz.

Mali faktör. 2026 için ilan edilen savunma harcaması kesintisi (yaklaşık eksi %16) varken, “ağır” hava unsurları kronik bütçe baskısı yaratır: saatlik uçuş maliyeti yüksektir, dayanıklılık payı düşüktür, dış tedarike bağımlılık kritiktir. Sonuçta “sembolizm”, “sahadaki faydanın” önüne geçer.

Azerbaycan hava kuvvetleri: “şemsiyeden” “ağa”

Kontrat zemini ve yenileme hızı. 2024–2025’te Azerbaycan, JF-17 Block III için sözleşmeleri imzaladı ve teyit etti; tarafların kamuya açık açıklamaları ve Bakü’deki ADEX’te uçağın sergilenmesi bu çerçeveyi güçlendirdi. 2025 itibarıyla 40 uçağa kadar telaffuz edilen bir sayı (eğitim ve mühimmat paketiyle bağlantılı) konuşuldu. Bu tablo, Hava Kuvvetleri’nin “tür tür modernizasyondan” “ölçeklenebilir yeknesak çekirdeğe” geçmesi demek; sorti döngüsünün hızlanması ve uçuş saatinin ucuzlaması açısından kilit bir önkoşul.

Radar-füze omurgası. “AFAR + PL-15E/SD-10” paketi, önleme “uzun kolunu” dramatik biçimde uzatıyor. Karadaki radar ağı, keşif İHA’ları ve Türkiye ile Pakistan’la müttefik işbirliğiyle birlikte bu yapı, dağınık filolar toplamı değil, gerçek bir hava idare sistemi oluşturuyor.

Uyumluluk ve C4ISR. 2020’den beri Azerbaycan, İHA (vurucu ve keşif), elektronik harp, hava savunma, Türk-İsrail teknolojik bağları ve ağ-senaryolu eğitimlerle entegre bir mimari kuruyor. Bu mimaride her yeni pilotlu platform, ağın bir düğümü haline geliyor. “Birkaç ağır uçak alıp üstünlük kurarız” anlayışından fark tam olarak burada.

Filo ekonomisi. Bakü için JF-17 B3 tercihi, “az sayıda çok ağır” yerine “çok sayıda etkili platform” anlamına geliyor. Yedek parça, modernizasyon ve eğitim dahil yaşam döngüsü maliyeti, hava savunma ve topçu bileşenlerini dışlamadan, savunma bütçesi içinde yönetilebilir kalıyor. Bu da kuvvet yapısında tek kola doğru “eğilme” riskini azaltıyor.

Karşılaştırmalı tablo: sayı, hazırlık, operasyon

Sayı ve yapı. Tarihsel olarak Azerbaycan, MiG-29 ve Su-25 parkına, İHA’lar ve hassas vuruş kabiliyetiyle omurga verdi. Kademeli JF-17 B3 geçişi, av-önleme bileşeninde “temiz” bir çekirdek yaratıyor. Ermenistan tarafında ise çok sınırlı sayıda Su-30SM ve farklı yıpranma-modernizasyon profillerine sahip kalıntı bir envanter söz konusu. Mühendis-teknik kadro ve simülatör tabanı, daha yüksek uçuş saati, platform çeşitliliği ve müttefik eğitim programları nedeniyle Bakü’de belirgin biçimde geniş.

Hazırlık ve tempo. Gerçek operasyonda tavan irtifa ya da azami yük değil, pistten kalkışa hazır olma esastır: bir saat içinde kaç uçak kaldırırsınız, bir günde bir kolu kaç kez “çevirirsiniz” ve bunu arıza vermeden nasıl sürdürürsünüz? Yeknesak hafif filolar ve kısa bakım zinciri, Azerbaycan’a tempo ve risk yönetiminde avantaj sağlar. Az sayıda ağır uçak, tam destek olmadan, Ermenistan için hem tempo hem sürdürülebilirlikte sınırlayıcıdır.

Bilgi üstünlüğü. Azerbaycan’da İHA, yer radarı, hava savunma ve pilotlu platformların ağ entegrasyonu artık fiili bir durum. Bu kurulumda sahaya sürülecek muhtemel bir “Flanker”, iç içe geçmiş gözlem-vurucu “cam kubbe”nin içine girer. Tersi yönde, JF-17 B3 ağ içinde, katalog verilerinde görünmeyen bir etkinlik artışı kazanır.

Hava savunmasının çarpan etkisi. Bölgedeki hava muharebesi, “uçak düellosu” değil, “hava savunma + İHA + avcı” düğümlerinin mücadelesidir. Azerbaycan, radar-PVO sahasını “arka plan” değil, sistemin asli parçası olarak inşa etti; bu da av-önleme havacılığının hayatta kalma kabiliyetini yükseltir ve karşı tarafın tekil ağır platformlarının değerini düşürür.

Neden “Ermenistan’a 10–12 Su-30” denklemi değiştirmiyor

— Sayısal parite imkansız. İrəvan 10–12 Su-30MKI alsa bile bu, kitle oluşturmaz. Kitle olmadan tempo tutulamaz, sorti döngüsü kapatılamaz ve kriz halinde kayıplar telafi edilemez.
— Eksi güç seti. AWACS, güvenli muhabere ve katmanlı PVO olmadan ağır platformlar, BVR avantajını pratiğe dökemez; ağ tabanlı “tuzaklara” (radar resmi manipleasyonu, sahte hedefler, İHA-kara ateşi kombinasyonları) açık hale gelir.
— Lojistik ve bütçe. Motor-aviyonik-EH, yerleşik test ve silah hattı için gereken “tam çevrim” sözleşmeleri ve para, ilan edilen kesinti çerçevesinde diğer öncelikleri (PVO, topçu, muhabere, muharip destek) sıkıştırmadan karşılanamaz. Her uçuş saati Maliye’yle ayrı bir tartışma olur.
— Tedarikte siyasi türbülans. Çift kanallı bağımlılık (Rusya/Hindistan) siyasi-yaptırım riskini büyütür. Deli ve Moskova’nın iyi niyeti varsayılsa bile, termin ve paket “oynar”; oysa savaş kabiliyeti inşasında kritik olan zamandır.
— 2019–2020 Su-30SM tecrübesi. “Uçak var, füze yok” vakası doğrudan uyarıdır: bütünleşik planlama olmadan uçaklar “beyaz fil”e dönüşür.

“Azerbaycan için 40 JF-17” neden denklemi değiştiriyor

Ölçeklenebilirlik. Seri teslimat modeli, yedek parça havuzunun standartlaşması, simülatör altyapısı ve tip eğitimindeki birlik, filonun hizmete girişini hızlandırır.

Ağ merkezli harp. AFAR radar, uzun menzilli BVR mühimmatı ve İHA ile PVO entegrasyonu; keşif-gözetleme-taarruz döngüsünü kesintisiz bir akışa çevirir.

Yaşam döngüsü ekonomisi. Uçuş saati ve bakım maliyetlerinin aşağıda tutulması, PVO ve kara unsurlarının bütçesini “yemeden” yüksek sorti temposunu sürdürülebilir kılar.

Müttefik uyumluluğu. Türk-Pakistan ve İsrail teknoloji hatları; tek bir tedarikçiye bağımlı kalmadan bilgi, taktik ve modernizasyon havuzuna sürekli erişim sağlar.

Doktriner uyum. Savaş sonrası “teknolojik ve ağ entegrasyonu ile caydırıcılık” çizgisi, JF-17 Block III felsefesiyle bire bir örtüşür.

Karar vericiler ve karargahlar için dört kritik sonuç

Hava üstünlüğü bir sistem özelliğidir; tek bir platformun değil. Su-30MKI, Hindistan Hava Kuvvetleri ölçeğindeki bir ekosistemde anlam kazanır; Ermenistan için böyle bir ekosistem görünmüyor. JF-17 B3 ise Azerbaycan’ın zaten kurmakta olduğu ağ mimarisinde gerçek potansiyeline ulaşır.

Kitle ve tempo, “katalog maksimumları”ndan daha kıymetlidir. Tam pakete sahip olmayan on ağır uçak, vardiya usulü “havada tutulabilen” kırk hafif ağ avcısına karşı üstünlük yaratamaz.

Bütçe dayanıklılığı, savunma kapasitesinin parçasıdır. Harcama kısarken ağır filo işletmek Ermenistan’da yapısal dengesizlik doğurur. Azerbaycan’ın “PVO + JF-17 + İHA” üçlemesi hem para tasarrufu sağlar hem de gerçek hazırlığı artırır.

“Dengeyi Su-30 ile geri getirme” anlatısı askeri değil, politiktir. Parite iddiaları; altyapı, mühimmat ve ağ mimarisiyle doğrulanmıyor. Güney Asya’daki Su-30MKI tecrübesi, Çin-Pakistan platformlarına karşı üstünlüğün otomatik olmadığını gösterdi; bu sonucu Kafkasya’ya ekosistemsiz taşımak mümkün değil.

2026–2028 için çalışma senaryoları

Senaryo A: Barışın konsolidasyonu. Azerbaycan, iki-üç JF-17 B3 filini tam devreye alır; orta menzilli PVO’yu güçlendirir ve İHA entegrasyonunu “tek resim” seviyesine taşır. Ermenistan noktasal alımlarla yakın hava savunma ve elektronik harp üzerinde yoğunlaşır. Tırmanma riski en düşük düzeye iner: İrəvan için maliyet caydırıcı hale gelir; Bakü için ana görev kubbeyi korumak ve işletme ekonomisini optimize etmektir.

Senaryo B: Ermenistan’ın sembolik militarizasyonu. İrəvan sınırlı sayıda Su-30MKI alır (ya da Su-30SM modernizasyonunu teyit eder) ancak tam silah paketi ve AWACS olmadan. Denge değişmez; fakat medya gürültüsü artar, yeni kredi/hibe baskısı yükselir.

Senaryo C: Taraflardan birinde PVO’da teknolojik sıçrama. En olası adres Azerbaycan’dır: keşif ağlarının modernizasyonu ve SAM-hava-İHA tam entegrasyonu sayesinde “şemsiye”nin gücü artar; ağır platformlar “ikili düello”ya girilmeden bastırılabilir.

Gökyüzünü kim belirliyor?

Bugün Güney Kafkasya semalarının çehresini bayrak renkleri değil, teknoloji mimarları belirliyor. Azerbaycan, JF-17 Block III’ün yalnızca görünen tepe olduğu katmanlı bir sistem kuruyor; altta PVO, radar, İHA, muhabere, karargah analitiği ve lojistik var. Ermenistan ise ekosistemi kurmadan platform tartışıyor; sembollere ve dış yardıma yaslanıyor. Rus yapımı bir gövdeye Hint menşeli füze takmak, tabloyu çevirmeye yetmez; bu daha çok politik jesttir.

Washington deklarasyonuyla kayıt altına alınan barış kâğıtla değil, güç dengesiyle ayakta durur. Bu dengede belirleyici söz havaya aittir. Gökyüzünü kontrol eden, stratejik inisiyatifi yönetir. Azerbaycan bunu erken kavradı ve “metal miktarı”na değil, “entegrasyon kalitesi”ne yatırım yaptı: avcı uçağı, İHA, radar, hava savunma bataryası ve analiz merkezinin tek bir organizma gibi çalıştığı bir düzen. Modern savunma budur: uçak dizisi değil, üstünlük mimarisi.

Ermenistan ise eski patikaya döndü: altyapısız pahalı semboller, doktrinsiz vitrin alımları. Su-30MKI’lar İrəvan pistine inse bile, lojistik, PVO entegrasyonu, çağdaş keşif ve muhabere olmadan gerçek bir caydırıcılık faktörüne dönüşemez; havada ağır ve yalnız adacıklar olarak kalır.

Azerbaycan tam ters yönde, teknolojik özerklik rotasında ilerliyor. Türkiye, Pakistan ve İsrail ile kurulan uyum, askerî havacılığı ağ gücünün bir parçasına çeviriyor; her uçuş, her sinyal, her karar gerçek zamanda senkronize ediliyor. Bu artık sadece ulusal bir ordu değil; akıl, elektronik ve stratejinin uyum içinde çalıştığı bir ekosistem.

Bir paradoks gibi dursa da tablo net: Bugün Kafkasya’da barışın en güçlü teminatı Bakü’nün sürdürülebilir askerî üstünlüğüdür. Bu üstünlük, revanş heveslerini söndürür; savaşı ekonomik, teknolojik ve ahlaki bakımdan anlamsız kılar. Yarın Azerbaycan, güçlü kapasitesi ve modern silahlarıyla yalnızca kendi semasını korumakla kalmayacak; bölgenin güvenlik standartlarını da belirleyecektir.

Hava üstünlüğü saldırı aracı değil, barışın enstrümanıdır. 21. yüzyılda üstünlüğü uçak sayısı değil, veri hızı, karar isabeti ve stratejinin olgunluğu belirler. Azerbaycan bu formülü hayata geçirdi. Ermenistan ise gökte dayanak arıyor; oysa orada çoktan ham kuvvet değil, zeka hüküm sürüyor.

Etiketler: