...

Orta Doğu ve Afrika kaynakları giderek daha sık aynı şeyi söylüyor: Mali, resmen terör örgütü olarak tanınan El Kaide’nin doğrudan yönettiği ilk ülke olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bamako’daki askeri cunta ile Jama’a Nusrat ul-İslam ve’l-Müslimin (JNIM) örgütü arasındaki çatışma son aşamaya, yani başkentin abluka altına alınmasına dönüştü. Bu da yakıt kıtlığına, fiyat artışlarına ve altyapı felcine yol açıyor.

2025’in eşiğinde dünya bir paradoksla yüz yüze: Küreselleşme, ülkeleri birbirine bağımlı hale getirirken onları daha kırılgan kıldı. Artık krizler bulaşıcı. Dünya haritasında yeni bir anarşi bölgesi belirdiğinde, istikrarsızlığın dalgaları ticaret, göç ve terörizm yoluyla başkentlere her zamankinden daha hızlı ulaşıyor.

Senegal’den Eritre’ye uzanan Sahel bölgesi bugün bu yeni küresel ateşin merkezinde. 2024’te dünya genelinde terör saldırılarında ölenlerin yüzde 51’i bu bölgede hayatını kaybetti. Eğer Bamako düşerse, Mali El Kaide’nin fiilen yönettiği ilk ülke olacak. Bu sadece Afrika’nın meselesi değil, Birleşmiş Milletler’den Avrupa Birliği’ne kadar tüm uluslararası kurumların çaresizliğini ifşa eden bir tablo.

Sahel’in nasıl olup da uluslararası terörizmin “devletsiz” ağ yapısından, toprak kontrolüne dayalı kalıcı bir proto-devlete dönüşüm laboratuvarına dönüştüğünü anlamak, dünya güvenlik mimarisinin geleceğini de çözmek demek.

Ekonomik ve toplumsal çöküş

Son aylarda Bamako’da yakıt fiyatları üç katına çıktı, gıda sevkiyatı neredeyse tamamen durdu. Senegal ve Fildişi Sahili’nden gelen yolların kapatılması ülkenin lojistik damarlarını kesti. JNIM klasik bir “yıpratma kuşatması” uyguluyor: Halk ve ordu moral ve fiziksel olarak çökertiliyor, savaş alanını militanlara değil açlığa ve umutsuzluğa bırakıyor.

Okullar, üniversiteler, resmi kurumlar kapalı. Elektrik kesintileri günlük hayatın parçası. Enflasyonun gölgesinde kara borsa patlama yaşıyor. Bu tablo, askeri darbe sonrası iktidara gelen Assimi Goita yönetimine duyulan zayıf güveni tamamen sarsıyor.

Fransız vesayetinden Rus denemesine

2021’de Mali cuntası, Paris yönetimini “yeni sömürgeci” niyetlerle suçlayarak Fransız kuvvetlerini ülkeden kovdu. Yerlerine Rus paralı askerleri, yani Wagner grubu geldi. İlk başta güvenlik hissi artsa da hiçbir yapısal sorun çözülmedi. Kuzey ve orta bölgelerde sivillere yönelik baskılar, cinayetler ve kaçırmalar arttı. Devlete güven azaldı; İslamcı gruplar, devletin sağlayamadığı adaleti ve korumayı sunarak köylüler için cazip hale geldi.

Bugün Wagner güçleri altın madeni bölgelerini kontrol ediyor, Goita rejimini koruyor. Ama gerçek iktidar giderek merkezi hükümetin elinden kayıyor. Ironik biçimde, yabancı askeri desteğe dayanan bu yönetim İslamcılığın büyümesine en çok zemin hazırlayan unsur haline geldi.

Jama’a Nusrat ul-İslam ve’l-Müslimin: El Kaide’nin Afrika yüzü

2017’de kurulan JNIM, “Ensar ed-Din”, “El-Murabitun” ve “Sahel Emirliği” gibi fraksiyonlardan oluşan bir çatı yapı. Mali, Nijer, Burkina Faso ve Moritanya’da etkin. Resmen El Kaide’nin emir-komuta zincirine bağlılar ve klasik bir strateji izliyorlar: Başkentleri fethetmek yerine devlet yapısını adım adım çökertmek.

Amaçları açık: Bölgeyi şeriat yasalarıyla yönetilen teokratik bir düzene dönüştürmek. Emirlerin yönettiği bir ağ üzerinden “İslam devleti” kurmak istiyorlar. Mali onlar için küçük bir Afganistan: Geniş topraklar, zayıf ordu, yozlaşmış elitler, dışa bağımlı ekonomi.

“Yıpratma savaşı”: Afganistan senaryosunun tekrarı

Uzmanlara göre JNIM’in stratejisi, Taliban’ın Kabil’in düşüşü öncesindeki taktiğiyle neredeyse birebir aynı. Önce iletişim ve lojistik hatlarını kesiyorlar, ardından güvenlik güçlerini tüketiyorlar, sonunda da “barış müzakereleri” süsüyle toplumun teslimiyetini sağlıyorlar. Bu yöntem, radikal grupları “yeni politik aktör” olarak meşrulaştırmanın en etkili yolu.

Bamako’da cuntayla JNIM elçileri arasında gizli temasların başladığı yönünde söylentiler dolaşıyor. Resmi doğrulama yok ama eğilim açık: Yönetim çıkış arıyor, ülkenin yollarını, sınırlarını ve gıda ağlarını kontrol edenlerle masaya oturmaya hazırlanıyor.

Tarihsel-siyasal arka plan: sömürgecilik karşıtı ideallerden stratejik boşluk bölgesine

1960’larda bağımsızlık kazanan Sahel ülkeleri, kurumsal olgunluğa ulaşamadı. Etnik ve bölgesel sadakatlere dayalı elitler, meşruiyeti zayıf, içi boş “devletçikler” kurdu. Ekonomi kolonyal dönemin mirası olarak kaldı: ham maddeye bağımlı, sanayisiz, demografik baskı altında.

2011’de Libya’nın çöküşü kırılma noktası oldu. Binlerce silahlı savaşçı ve on binlerce silah güneye aktı, eski çatışmaları yeniden ateşledi. Özellikle Mali’de Tuaregler Azavad özerkliği bayrağını yeniden kaldırdı. Fakat kısa sürede sahneye El Kaide bağlantılı gruplar çıktı: AQIM, MUJAO, Ansar Dine… Böylece kabilesel öz yönetim hayali, küresel cihad ideolojisi tarafından yutuldu.

Fransa’nın müdahaleleri — Serval (2013) ve Barkhane (2014–2022) operasyonları — kısa vadeli bir nefes aldıysa da stratejik olarak başarısız oldu. Uluslararası toplum, “egemen istikrar” değil “dış vesayet” sistemi kurdu. Sonuçta üç kilit bölge — Liptako-Gourma, Çad Gölü havzası ve Nijer sınır hattı — fiilen devletsiz alanlara dönüştü.

Çöküşün mekanizması: terörle mücadele terörü besliyor

Afrika’daki terörle mücadele modeli, Afganistan’daki hataların kopyası haline geldi. Yabancı desteğe yaslanan yerel askeri elitler meşruiyetlerini kaybetti. Uluslararası güçler çekilince geride kalan rejimler, halka sadece baskı ve korku vaat eden birer güvenlik aygıtına dönüştü.

Fransızların çekilmesi ve BM barış misyonu MINUSMA’nın 2023’te sona ermesiyle Mali’de iktidar fiilen ordu ile Rus paralı askerlerinin, yani Wagner grubunun eline geçti. Mart 2022’de Mora’da 300’den fazla sivilin öldürüldüğü katliam dönüm noktası oldu. Halk, yönetime tamamen sırt çevirdi.

Nüfusun yüzde 75’inin günde 2 dolardan azla yaşadığı Mali ekonomisi, abluka ve yaptırımlarla çöktü. İslamcı gruplar yakıt ve gıda ticaretini ele geçirerek kuzey ve orta bölgelerin lojistiğini yönetmeye başladı. Stratejileri net: “yıpratma savaşı.” Tedariki kesmek, insani krizi derinleştirmek ve kendilerini düzen ve adaletin tek garantörü olarak göstermek.

Böylece cihadizm, gezici terör evresinden yarı-devletleşme aşamasına geçti. El Kaide bağlantılı JNIM, Orta Mali’nin büyük kısmında vergi toplayan, şeriat mahkemeleri işleten paralel bir yönetim ağı kurdu.

Jeopolitik boyut: Sahel, yeni küresel rekabet sahası

Sahel sadece Sahra ile savan arasındaki kurak bir şerit değil. Atlantik’ten Kızıldeniz’e uzanan bu kuşak — Moritanya, Mali, Nijer, Burkina Faso, Çad ve Sudan — bugün dünyanın yeni paylaşım savaşının düğüm noktası. Haritada toz ve kumdan ibaret bir çizgi; jeopolitikte ise kaynaklar, ticaret yolları ve zihinler uğruna süren büyük oyunun sahnesi.

Batı’nın girişimleri, özellikle Barkhane operasyonu ve MINUSMA misyonunun 2023’teki çöküşüyle Fransa ve AB’nin etkisi yerle bir oldu. Paris sadece Gao, Timbuktu ve Niamey’deki üslerini değil, aynı zamanda Fransız nükleer enerjisinin yüzde 15’ini karşılayan Nijer uranyumu üzerindeki kontrolünü de kaybetti.

Nijer yönetiminin Fransız Orano (eski Areva) şirketiyle işbirliğini kesmesi, Sahel’de neokolonyal çağın bittiğini ilan eden bir sembole dönüştü. Niamey sokaklarında Fransız bayrakları yakıldı, “France dégage!” sloganı yeni askeri elitin — “egemenlik” bayrağını taşıyanların — manifestosuna dönüştü.

Rusya, bu boşluğu cerrahi hassasiyetle doldurdu. Wagner yapısı, ardından Savunma Bakanlığı’na bağlı Afrika Kolordusu üzerinden Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Burkina Faso’da kalıcı hale geldi. Mekanizma basit: güvenlik karşılığında kaynaklar. Mali’de Rus paralı askerleri Morila ve Syama altın madenlerini koruyor, Orta Afrika’da elmas ve uranyum yataklarını denetliyor. BM verilerine göre 2021’den bu yana Mali’nin BAE ve Rusya’ya yaptığı altın ihracatı yüzde 60’tan fazla arttı.

Nijer’de Moskova, silah satışları ve asker eğitimi konusunda aktif. “Güvenlik paketi” adı altında hava savunma sistemleri, insansız hava araçları ve askeri danışmanlar sunuyor. Rus söylemi, “egemen güvenlik” kavramına dayanıyor: Batı tarzı demokrasiye karşı, dış dikte olmadan kendini koruma hakkı. Bu fikir, Batı müdahalesinden bıkmış elitlerde güçlü bir karşılık buluyor.

Pekin’in stratejisi: sessiz ama derin

Çin kendi oyununu oynuyor — sessiz, sistematik ve uzun vadeli. “Kuşak ve Yol” inisiyatifi çerçevesinde son on yılda Afrika’ya 60 milyar dolardan fazla yatırım yaptı. Sahel’de yollar, demiryolları, tarım projeleri ve güneş enerjisi tesisleri ön planda.

Sinohydro, Mali’de Gouroube’de hidroelektrik santrali kurdu; Nijer’de Azelik uranyum madeninin altyapısını inşa etti; Çad’da N’Djamena’daki rafineri Pekin kontrolünde. Çin darbe yapmaz, siyasete karışmaz; onun silahı borç. Sahel ülkelerinin Pekin’e borcu 13 milyar dolar civarında — tek kurşun atmadan bağımlılık yaratacak bir rakam. Karşılığında yollar, limanlar ve Huawei ile ZTE’nin denetimindeki dijital ağlar geliyor.

Türkiye’nin yükselen etkisi

Son yıllarda Sahel’de beklenmedik bir oyuncu sahneye çıktı: Türkiye. Somali’deki Camp TURKSOM üssü ve Libya’daki askeri müdahaleden sonra Ankara, bölgeyi Afro-Asya vizyonunun güney halkası olarak görüyor.

TİKA, Diyanet ve insani yardım misyonları aracılığıyla Türkiye “İslam dayanışması” söylemini, yani yumuşak bir neo-Osmanlı diplomasisini öne çıkarıyor. Nijer’de askeri ataşelik açıldı, subay eğitimi hızlandı. Çad’da su temini ve sağlık projeleri yürütülüyor.

Bir diğer boyut “drone diplomasisi”: Bayraktar TB2 ihracatı ve bakım merkezleri kuruluyor. Yerel rejimler için bu sadece teknoloji değil, Batı’dan bağımsızlık sembolü.

Ankara, İslam kimliğinin Batı demokrasisine alternatif olarak öne çıktığı bir zeminde oynuyor. Afrika’nın genç subayları ve gençliği için Erdoğan, “Amerika’dan korkmayan lider” figürü.

Yeni eksen: üç gücün üç yöntemi

Rusya — askeri güç ve güvenlik;
Çin — ekonomi ve altyapı;
Türkiye — kültürel ve dini nüfuz.

Bu üçlü, Batı’nın “demokratik geçiş” modeline karşı “egemen kalkınma” fikrini öne çıkarıyor: her ülkenin kendi yolunu çizme hakkı.

Batı’nın Sahel’de yaşadığı kayıp sadece etki alanı değil, meşruiyet krizi. Peş peşe gelen darbeler — Mali (2020, 2021), Burkina Faso (2022), Nijer (2023) — “demokrasiye geçiş” söylemini boş bir retoriğe çevirdi.

AB insani yardımlarla açığı kapatmaya çalışıyor ama güven sıfırlandı. Paris’e sadık görünen Senegal ve Fildişi Sahili bile Ankara ve Pekin’le yeni ilişkiler arıyor.

Batı’nın bıraktığı boşlukta yeni bir Afrika gerçeği doğuyor: çok kutuplu, pragmatik ve duygusal olarak Batı karşıtı. Sahel, 21. yüzyılın laboratuvarına dönüşmüş durumda — dünyanın güneyi Batı olmadan yaşayabilir mi, yoksa yeni cazibe merkezi kim olacak, bu tozlu topraklarda yanıt aranıyor.

Bölgesel sonuçlar: insani kriz ve göç sarmalı

Son on yılda Sahel’deki çatışmalar nedeniyle 5,4 milyondan fazla insan yerinden edildi. Bölgedeki sıcaklık artışı küresel ortalamanın 1,5 katına ulaşmış durumda; bu da geleneksel tarım ve hayvancılık biçimlerini yok ediyor. İklim şokuyla askeri kaos birleşince, Sahel artık kuzeye doğru yönelen devasa bir göç potansiyelinin merkezi haline geldi.

2015’te Avrupa’yı sarsan Suriye mülteci dalgasının ardından, 2025–2030 yılları arasında Sahel krizi “ikinci göç dalgasını” tetikleyebilir — üstelik çok daha büyük ölçekte. BM verilerine göre 2035’e kadar 30 milyon kişi çatışmalar ve iklim felaketleri nedeniyle bölgeyi terk edebilir.

Devletleşen cihadın eşiğinde

Asıl tehlike tekil terör saldırılarında değil, aşırılığın kurumsallaşmasında yatıyor. Mali, İslamcıların yalnızca toprak kontrol etmediği, aynı zamanda yönetim sistemi kurduğu ilk örnek haline gelebilir. Bu, terörizmi geçici bir tehdit olmaktan çıkarıp kalıcı bir siyasi yapıya dönüştürür.

Tarihsel benzerlik Afganistan 1996’yla kurulabilir, ancak Mali’nin dinamikleri farklı. Toplum daha etnik olarak parçalı, meşruiyet ise “toplumsal sözleşmeye” dayanıyor: güvenlik karşılığında adalet. Yoksul köyler için şeriat mahkemesi, başkentten gelen rüşvetçi subaydan daha dürüst bir otorite olarak görülüyor.

Eğer Bamako düşerse, ortaya çıkacak rejim “klasik bir hilafet” değil, ideolojik olarak cihadist ama ekonomik olarak pragmatik bir yarı-devlet olacak. Bu yapı, yalnız Afrika’ya değil, egemenlik kavramını tanımlayan Vestfalya sistemine de meydan okuyacak.

Uluslararası yansımalar ve olası senaryolar

  1. Bölgesel senaryo: JNIM ve ISGS’nin Nijer ve Burkina Faso’da güçlenmesi, Cezayir’in güney sınırlarının zayıflaması, Moritanya üzerinden kaçakçılık ağlarının büyümesi.
  2. Küresel senaryo: Sahra ile Orta Doğu arasında yeni bir “transit kuşak” oluşumu — lojistik, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı rotalarının birleşmesi.
  3. Avrupa senaryosu: Yeni göç dalgası korkusuyla Avrupa’da aşırı sağın güçlenmesi ve siyasi söylemin radikalleşmesi.
  4. Asya senaryosu: Çin’in yatırımlarını koruma bahanesiyle askeri faaliyetlere çekilmesi ve Afrika’da yeni tür bir ekonomik sömürgeciliğin doğması.

Olası çözümler ve öneriler

  1. Uluslararası müdahalenin yeniden tasarımı: Askeri operasyonlar yerine yerel ortaklıklara dayalı, ekonomiyi ve yönetim kapasitesini yeniden inşa eden modeller.
  2. Birleşik Sahel Kalkınma Fonu: BM, IMF ve Afrika Kalkınma Bankası’nın gözetiminde, güvenlik, insani yardım ve iklim projelerini tek çerçevede birleştiren mekanizma.
  3. Yeni arabulucular: Türkiye, Azerbaycan ve Körfez ülkeleri — yerel halkla dini meşruiyet temelinde güven kurabilecek aktörler olarak devreye girmeli.
  4. Teknolojik güvenlik: Uydu ve insansız hava sistemleriyle silahlı grupların hareketlerinin erken tespiti.
  5. BM misyonlarının reformu: “Barışı koruma”dan “barış inşasına” geçiş; geçici güvenlik yerine kurumların dayanıklılığına odaklanan bir yaklaşım.

Sahel: 21. yüzyılın aynası

Mali’deki kriz, tek bir devletin çöküşü değil; yeni bir küresel istikrarsızlık modelinin habercisi. Artık savaşların yerini “altyapılı anarşiler” alıyor — devlet yok, ama gayrimeşru bir düzen var.

Uluslararası toplum için Sahel, geleceğin laboratuvarı niteliğinde: küresel sistem, devlet çöküşleriyle başa çıkabilir mi; hem yeni sömürgecilik yaratmadan hem de yeni şiddet biçimlerini tetiklemeden?

Dünya Mali’de kaybederse, sadece bir ülkeyi değil, uluslararası düzen fikrinin kendisini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacak.

Etiketler: