Suriye bugün tarihin aynası karşısında duruyor ve aynadaki yansıma ürkütücü derecede belirsiz. On yıllar boyunca diktatörlük, savaş ve dış müdahaleler üzerinden tanımlanan ülke, II. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da eşi benzeri görülmemiş bir siyasi deneyin kapısını aralıyor. 5 Ekim’de yapılacak parlamento seçimleri bu sürecin ilk durağı olacak.
Esad rejiminin çöküşünden sonra sandığa gidilecek ilk seçim, sadece bir oylama değil; aynı zamanda yeni Suriye projesinin yaşayabilirliğinin sınavı. Çünkü burada devlet fikri, parçalanmış toplum, toprak ve kimlik dokusundan yeniden dikilmeye çalışılıyor.
Geçiş dönemi: Slogan değil soğuk hesap
Geçiş sürecinin paradoksu şu: Bu süreç özgürlük sloganlarıyla değil, hesap kitap üzerinden ilerliyor. Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şaraa, bilerek ve isteyerek retorikten uzak durdu. O, gücü merkezde toplarken hizmetleri yerelleştirmeyi; esnek ama disiplinli bir yönetim modeli kurmayı tercih etti. Bu yeni mimaride Türkiye’nin rolü kritik: Hem güvenlik, hem ticaret, hem lojistik, hem de enerji dosyalarını aynı anda kapatabilecek tek komşu.
Bu tabloya bakıldığında sanki canlı bir damarın üzerinde yapılan cerrahi bir operasyonu andırıyor. Atılan her dikiş doğrudan kalbe işliyor. Amaç kaosu kontrol edilebilir bir sisteme çevirmek: Silahlı gruplar devleti yutmayacak, devlet onları eritecek. Hatta seçimlerin kendisi bile tartışmalı. Çünkü cumhurbaşkanına milletvekillerinin üçte birini atama yetkisi tanınıyor. Bu, meşruiyet ve kapsayıcılık tartışmalarını beraberinde getirdi. Ancak geçiş süreci anayasasında bu model yerini aldı ve resmi açıklamalarla teyit edildi.
Suriye, kozmetik çözümler değil, ülkeyi tek parça halinde tutacak bir omurga peşinde. Bu projenin başarı ya da başarısızlığı sadece Şam’ın değil, tüm bölgenin geleceğini belirleyecek.
Siyasi çerçeve: Ekim seçimlerinin mantığı
Hukuki yapı net ve sert: 210 sandalye var, bunun üçte ikisi seçim kademeleri üzerinden, üçte biri ise devlet başkanının atamasıyla belirleniyor. Gerekçe açık: Devam eden çatışmalar ve kurumların farklı hızlarda toparlanması şartlarında doğrudan seçim, halkın iradesini değil, sahadaki milislerin gücünü yeniden üretirdi. Eleştiriler de var: Belirsiz kriterler, “teknokrat kotası” adı altında cumhurbaşkanının imzasına bağlanması, nokta atışı filtreleme mekanizması gibi görünüyor. Fakat bu formül, ülkeyi paramparça eden “silahlı federasyonculuğu” bitirmenin tek çıkış yolu olarak gösteriliyor. Muhalifler bunun eski süper başkanlık modelinin kopyası olduğunu söylüyor. Destekleyenler ise yetkilerin sınırlı süreli ve geçici olduğunu, kurumların çökmemesi için mecburi bir köprü olduğunu savunuyor. Ne olursa olsun, artık resmi takvime yazılmış bir gerçeklik.
Savaşın mirası: nüfus, eğitim, ekonomi
Seçimler, savaşın paramparça ettiği bir toplumsal zeminde yapılacak. BM verilerine göre Suriye hâlâ dünyanın en büyük yerinden edilme dosyası: Yüz binler yeniden iskâna, milyonlar ise temel korumaya muhtaç. Eğitim darbesi daha da ağır: 2,45 milyon çocuk okul dışında, 1 milyondan fazlası tamamen sistemin dışına düşme riskiyle karşı karşıya, 7 binden fazla okul binası ise yıkık ya da hasarlı. Bu rakamlar sadece istatistik değil; yarının iş gücü, büyüme potansiyeli gözümüzün önünde yok oluyor.
Üstüne 2023’teki deprem geldi: 5,1 milyar dolarlık zarar, yani savaş öncesi GSYH’nin yüzde 10’una denk. Yıkımın merkezi Halep ve İdlib oldu. Bu yüzden kuzeyden insani koridorlar ve ikmal köprülerinin onarılması, tali değil hayati mesele.
Tarım da çöküşte. Arka arkaya iki kötü sezonun ardından ülke 2025’e kuraklıkla girdi. FAO, hububat üretimini 1,2 milyon ton olarak hesaplıyor; bu, normalin yüzde 60 altı. Yağışlar da yüzde 50 düştü. Sonuç: ithalata bağımlılık ve savaş rantı sonrası ayakta kalmaya çalışan bütçelere ağır baskı.
Petrol ve gaz ise sistemin sinir ucu. Savaş öncesi günlük 380-400 bin varil üretim, en kötü yıllarda 30-60 bine düştü. Asıl sorun coğrafya: Kaynakların çoğu kuzeydoğuda, yani merkez kontrolünün dışında kaldı. Eylül 2025’te Suriye 14 yıl aradan sonra ilk kez 600 bin varillik ihracat yaptı. Bu, sadece sembolik değil; aynı zamanda bir test: Ekonomi, yeni yaptırım tuzaklarına düşmeden enerji gelirini nakde çevirebilir mi?
Türkiye’nin omurga rolü: güvenlikten ekonomiye uzanan hat
Ortadoğu’nun en çelişkili tablolarından biri şu: Yıllarca Esad karşıtı blokları destekleyen Türkiye, bugün Suriye’nin yeniden bölgesel sisteme eklemlenmesinde başrolü oynuyor. Bu yakınlaşmanın hukuki zemini sadece 2025’in soğuk pragmatizmine dayanmıyor; 1998 Adana Mutabakatı gibi eski belgeler de bugün yeniden masada. O metin, PKK’ya karşı ortak mücadeleyi öngörüyordu. Şimdi ise sınır güvenliği, devlet dışında silahlı yapıların reddi ve sahadaki taktik koordinasyon için “sıcak hat” mekanizmasının geri dönüşü anlamına geliyor.
Ekonomi hattı: rakamlar geri dönüyor
Rakamlar buz gibi konuşuyor. 2010’da 2,3 milyar dolara ulaşan ticaret, savaşla birlikte 0,5 milyar seviyelerine çakılmıştı. 2025’te normalleşmenin hız kazanmasıyla birlikte sadece yedi ayda 2024’ün toplamına yaklaşan bir hacim yakalandı. Bununla birlikte Gaziantep–Halep demiryolu hattının yeniden açılması, kara taşımacılığının devreye girmesi, SunExpress’in öncülüğünde uçuşların başlaması gibi adımlar atılıyor. Türk şirketlerinin havaalanlarından köprülere, otoyollardan limanlara kadar altyapı projelerine girmesi artık masa başı plan değil; sahada imzalanan mutabakatların lojistik hatlara dönüşmesi anlamına geliyor. Kuzeydeki geçiş noktalarından geçen yük akışları şimdiden BM’nin insani ve lojistik raporlarında kayıtlı.
Enerjide kırılma anı
Asıl sıçrama enerji dosyasında. Türkiye transitin merkezi ve güvenlik sigortası, Azerbaycan ise kaynak desteği oldu. Temmuz–ağustos aylarında varılan anlaşmalarla birlikte Kilis üzerinden Suriye’ye doğal gaz akışı başladı. Hedef ilk etapta yıllık 2 milyar metreküp. Bu da yaklaşık 1,2 GW kapasitede elektrik santralini çalıştırmak, hane halkı ve sanayiye nefes aldırmak demek. Belki de ilk kez jeopolitik ile enerji, çatışma değil iş birliği zemininde kesişti.
Enerji ve hammadde: kalbi çalıştırmak ama yaptırım tuzağına düşmeden
Önünde iki engel var: Biri üretimdeki yapısal düşüş. Savaş öncesi 380–400 bin varil/gün seviyesinden bugünkü düşük baza gelindi. Diğeri yaptırım rejimi. ABD’nin kısmi muafiyetleri ve enerji anlaşmaları için açılan “yeşil koridor” sayesinde uluslararası ticaretin önü açıldı ama şeffaflık kriterleri hâlâ sert. Bu nedenle Tarsus’tan yapılan ilk petrol sevkiyatı, sadece döviz girdisi değil; aynı zamanda disiplin testi: Kontrat defterleri temiz tutulacak mı, fırsat penceresi kapanmadan kullanılabilecek mi?
Aynı anda tarım için karşı-döngü paketi gündemde: tohum ve gübre sevkiyatı, sulama ekipmanına sübvansiyon, risk sigortaları… Üçüncü kötü sezonu önlemek için bu şart. Bu paket BM öncelikleri listesinde var ama bütçeye ve lojistik hatlara bağlanması için Türkiye’nin transit, servis ve pazar erişimi desteği kritik.
Güney hattı: Süveyda paktı formülü
Güney cephesi siyasi fizikte en kırılgan bölge. 2023’te Süveyda’daki protesto kıvılcımları 2025’te bedevi gruplarla çatışmaya dönüştü. Tam bu sırada İsrail, Şam’daki hedefleri vurdu ve sınırdaki sıfır tolerans çizgisini hatırlattı. Buradaki çözüm ideolojik değil kontrat bazlı. “Süveyda Paktı” adı altında ek bir protokol konuşuluyor: yerel polis, temsil kotaları, paralel silahlı yapıların mutlak yasağı… Tümü devlet kurumlarına entegre ve dış denetime açık olacak. Yüksek sloganlardan çok, soğukkanlı garantiler öne çıkıyor.
Kürt dosyası: silahsızlanmadan seçici entegrasyona
Kuzeydoğudaki Suriye Demokratik Güçleri, yeni devletin en büyük stres testini oluşturuyor. Türkiye net: PYD/YPG = PKK. Her türlü “özel özerklik” terörün geri dönüş kapısı olur. Şam da bu çizgiye uyuyor. Çalışılan model üç aşamalı: Kapsamlı silah bırakma ve hafif suçlar için af; devlet kurumları için sıkı kadro elemesi; paralel iç güvenlik yapılarının tasfiyesi ve uygun görülenlerin Savunma ve İçişleri’nin eğitim merkezlerine yönlendirilmesi. Reddedenler içinse nokta operasyonlar ve lojistik hatlara baskı öngörülüyor. Bu yaklaşım artık açıkça tartışılıyor; milisleri devlet mekanizmalarına yedirme fikri gündemde.
Ama sorun tek bu değil. Binlerce eski IŞİD militanının bulunduğu kamplar da sürekli patlamaya hazır bir bomba. ABD ve Avrupalılarla ortak repatriasyon ve yargı mekanizmaları kurulmazsa, Suriye’deki her reform pamuk ipliğine bağlı kalacak. Araştırma merkezlerinin uyarısı açık: IŞİD bir toprak değil, bir ağ; toprak kaybolsa da ağ yaşamaya devam ediyor.
Ortak projeler: enerji, ulaşım, savunma ve insani lojistik
Son aylarda Suriye–Türkiye yakınlaşması sadece diplomatik jestler değil, somut bir “yeni düzen inşası”na dönüştü. İki ülke arasında klasik anlamda bir ittifaktan çok, paralel projeler ağı oluşuyor. Her proje sahadaki somut bir yaraya pansuman niyetinde: enerji açığını kapatma, ulaşım damarlarını açma, savunma alanında ortak tehditlere karşı pozisyon alma, insani lojistiği kurumsallaştırma… Bu tablo, bölgenin geleceğini yeniden şekillendiren “ağ tipi entegrasyon”un adeta laboratuvarı gibi.
Enerji: Kilis hattından Şam’ın ışıklarına
En çarpıcı örnek doğalgaz. Türkiye, Azerbaycan gazının transit merkezi olurken, Kilis üzerinden Suriye’ye ayrı bir hat açmayı kabul etti. İlk etapta yıllık 2 milyar metreküplük hacimden bahsediliyor. Bu, toplamda 1,2 GW gücünde santrali çalıştırabilecek kapasite demek. Elektriğin bazı vilayetlerde günde sadece birkaç saat verildiği bir ülkede bu gelişme, sadece ekonomik değil, iktidarın meşruiyeti açısından da hayati önemde.
Ayrıca Türk ve Azerbaycanlı şirketlerin Humus’taki rafineri tesislerinin modernizasyonuna katılımı masada. Hedef basit: benzin ve dizel üretimini artırmak, kaçak yakıta bağımlılığı azaltmak. Orta vadede eğer yaptırım riskleri aşılabilir ve anlaşmalar bölgesel “gri lojistik” zincirlerine eklemlenebilirse, Türkiye Suriye petrolünün başlıca ihracat kanalı haline gelebilir.
Ulaşım ve altyapı: eski hatları yeniden canlandırmak
Bir diğer cephe ulaştırma. İlk sırada Gaziantep–Halep demiryolu var. Bir zamanlar bölgesel bağlantının sembolü olan bu hat, savaşla birlikte koptu. Yeniden işler hale gelmesi, sadece yolcu taşımacılığını değil, Çin’in kara transit projeleriyle de uyumlu konteyner taşımacılığını mümkün kılacak.
Kuzey eyaletlerindeki yolların yeniden inşası ise Türk müteahhitlere bırakılacak. Bu, Ankara için kazançlı kontratlar ve kalite kontrolü, Şam içinse hızlı malzeme ve ağır ekipman erişimi anlamına geliyor.
Havacılıkta da hazırlık var. SunExpress’in Türkiye–Şam uçuşları için geri sayım başladı; ardından Halep seferleri de gündemde. Türkiye’de yaşayan milyonlarca Suriyeli için bu doğrudan memlekete kavuşma hattı olacak.
Savunma ve güvenlik: ortak zeminde çatışan çıkarlar
Güvenlik dosyası daha karmaşık. Ankara çok net: Kürt silahlı yapılarının kanadı ulusal güvenliğe tehdittir. Şam da bu teşhisi kabul ediyor ama çözüm yollarında ayrışıyor. Şam, belirli unsurları ulusal orduya entegre etmek istiyor; Ankara ise silahsızlanmada tavizsiz. Orta yol arayışında “karma taburlar” formülü gündeme geldi. Bu birlikler Suriye Savunma Bakanlığı’na bağlı olacak ama eğitimlerini Türk programları üzerinden alacak. Bu sadece sembolik bir jest değil; Türkiye’nin şehir savaşı ve gerilla karşıtı mücadeledeki tecrübesini doğrudan aktarması anlamına geliyor.
İnsani lojistik: deprem sonrası kazanılan refleksin kurumsallaşması
2023 depreminden sonra Türkiye, Suriye’nin kuzeyine yardım ulaştıran ana kanal olmuştu. Şimdi bu deneyim, sistematik bir modele dönüşüyor. İlaç, tıbbi cihaz, eğitim materyali sevkiyatları düzenli hale getiriliyor. Türk Kızılayı, Suriye’nin ilgili bakanlıklarıyla birlikte, insani yardımı sosyal toparlanma programlarıyla iç içe geçiriyor.
“Asimetrik üniter devlet” formülü
Ahmed eş-Şaraa’nın önünde tarihi bir yol ayrımı var: Ya sahte bir adem-i merkeziyetçilik görüntüsüne tutunacak ya da ülkeyi sert bir üniter kalıba sokacak. Pratikte ortaya çıkan üçüncü yol ise “asimetrik üniterizm”. Bu modelde:
- Merkez, orduyu, dış politikayı ve mali sistemi denetler.
- Bölgeler, sınırlı yetkiyle polis, eğitim ve belediye hizmetlerinde söz sahibi olur.
- Dürziler, Aleviler, Hristiyanlar gibi kilit azınlıklar için parlamentoda ve hükümette özel kotalar tanımlanır.
- Ordu ve polis dışında tüm silahlı yapılar tasfiye edilir ya da entegre edilir.
Bu, ne Batı tarzı federasyon ne de klasik adem-i merkeziyetçilik. Daha çok, ayrılıkçılığı minimize eden ama toplulukların siyasete dahil oldukları hissini veren hibrit bir formül.
12–18 aylık yol haritası
Bu mimarinin çalışması için Şaraa’nın ekibine net bir takvim gerekiyor:
– Ekim 2025: Parlamento seçimleri, siyasi çerçeve oluşacak.
– Kasım–Aralık 2025: Enerji paketi, gaz akışı ve ilk santrallerin devreye girmesi.
– Ocak 2026: Altyapı atağı, Halep–Gaziantep hattının açılışı, SunExpress seferlerinin dönüşü.
– Bahar 2026: Güvenlik, Kürt güçlerinin ulusal yapılara entegrasyonu, Türkiye’nin gözetimiyle.
– Yaz 2026: Sosyal blok, okullar ve hastanelerin restorasyonu; Türk ve Azerbaycan vakıflarının desteği.
– Sonbahar 2026: Yeni anayasa, “asimetrik üniter devlet” ilanı; kotalar ve sınırlı bölgesel özerklik.
Yeni devletin KPI’ları
Başarı, ölçülebilir hedeflerle test edilecek:
– Enerji: Kentlerde günde en az 12 saat kesintisiz elektrik.
– Ekonomi: Türkiye ile ticaret hacmi 2 milyar doların üzerine çıkmalı.
– Sosyal alan: İlk yılda 500 bin çocuğun okula dönüşü.
– Güvenlik: 2026 sonuna kadar ordu ve polis dışında hiçbir silahlı yapı kalmamalı.
– Politika: İlk iki yılda parlamenter koalisyonun etnik isyanlar yaşamadan ayakta kalması.
Eski hatalara dönüşün önüne nasıl geçilir?
Yeni Suriye’nin en büyük riski, “Esad usulü aile diktası”na geri dönmek. Şaraa’nın yapması gereken, sert dikey kontrol ile kontrollü kapsayıcılık arasında dengeyi tutturmak. Türkiye bu noktada bir nevi garanti mekanizması. Ankara’nın çıkarı açık: Suriye ne yeni Irak’a, ne de yeni Lübnan’a dönüşmeli.
Şaraa’nın kozlarından biri, yüzünü kaybetmeden pazarlık yapabilme yeteneği. Türkiye’yle de, ABD’yle de, hatta İsrail’le de masaya oturabilmesi, manevra alanını genişletiyor. Eğer zorunlu merkezileşmeyi rasyonel devlet aklına çevirebilirse, bu Suriye’nin onlarca yıl sonra ilk defa “yıkım polemiğinden” “inşa mantığına” geçişi olacak.
Kırılgan umut
Bugün Suriye bir kap gibi; içinde savaşın kanı, bugünün yanıkları ve geleceğin kristalleri karışmış durumda. Şaraa, parçalara ayrılmış ama hâlâ yaşayan bir bedeni dikmeye çalışan cerrah konumunda. Sadece yaraları kapatması yetmez, ülkenin nefesini geri kazandırması lazım.
Ülkede hâlâ çatışmaların yankısı, etnik sürtüşmeler, toplumun siyaset yorgunluğu var. Ama aynı anda yeni bir devletin izleri de beliriyor: Dolaylı da olsa seçilmiş bir parlamento, Türkiye’yle başlatılan ortak projeler, evlere yeniden ışık taşıyan gaz santralleri, Halep ile Gaziantep’i bağlayacak yollar, sıralarına dönecek çocuklar… Hepsi kırılgan görünüyor, ama belki de bu kırılganlık umudun ta kendisi.
Türkiye, artık sadece askeri değil, ekonomik, lojistik ve insani boyutta da ana ortak. Bu tablo bir alegoriyi barındırıyor: 2010’larda Ankara ile Şam cephe hattının iki ucundaydı; 2020’lerin ortasında ise aynı Ankara, Suriye’yi uçurumdan aşağı yuvarlanmaktan tutan omuz olabilir.
En zor dosya: Kürt sorunu
Suriye Demokratik Güçleri ya da bağlantılı yapılar, ya yeni bir savaşın fitili olacak ya da yeni devletin tuğlası. Onların entegrasyonu, tavizsiz bir anti-separatizm çizgisinde başarılırsa, tüm projenin kaderi değişecek. Şaraa’nın tercihi “asimetrik üniterizm”: Devlet tek ve merkezî, ama toplulukların gerçekliğini tanıyan bir model. Bu, ne Batı’nın federasyonu ne de Doğu’nun despotizmi; daha çok Suriye’ye özgü bir gelecek arayışı.
Dış aktörler ve fırsat penceresi
Riskler devasa: İsrail, en küçük kıvılcıma müdahale etmeye hazır; ABD’nin Suriye politikası sallantılı ve günübirlik; İran nüfuzunu kaybetmek istemiyor; Rusya, hem etkisini korumak hem de yeni dengelere uyum sağlamak zorunda. Ama tam da bu çalkantı içinde bir fırsat doğuyor.
Eğer Suriye, hayatta kalma refleksini kalkınma stratejisine dönüştürürse; 5 Ekim seçimleri meşru bir başlangıca dönüşürse; enerji, ulaşım, eğitim ve güvenlik ayağa kalkarsa; o zaman ülke ilk kez on yıllar sonra kısır döngüyü kırabilir.
Suriye, yol ayrımında: Bir yanda kaos, diğer yanda dış güçlerin oyun alanı olmaktan çıkmış yeni bir gerçeklik. Burada belirleyici faktör Ahmed eş-Şaraa. Türkiye’ye duyduğu yakınlık, soğukkanlı hesapları, masada ve sahada aynı anda sert olabilme kapasitesi, onu yeni Suriye’nin mimarı yapabilir.
Tarih nadiren ikinci şans verir. Suriye için bu şans tam da şimdi geldi. Asıl soru şu: Kırılgan bugünü sağlam bir geleceğe çevirebilecek mi?