Lima’daki mahkeme salonunda hüküm açıklanırken ortamda resmi bir protokol havası vardı; sanki bir başkanın kaderi değil de sıradan bir bürokratik işlem konuşuluyordu. 4 Eylül 2025’te Peru’nun eski devlet başkanı Alejandro Toledo, Brezilyalı inşaat devi Odebrecht’ten milyonlarca dolarlık rüşvet almakla suçlu bulundu ve 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bir zamanlar selefi Alberto Fujimori’ye karşı yolsuzluk mücadelesiyle “modern Solon” diye göklere çıkarılan Toledo için verilen bu karar, ülkede ne sokakları ayağa kaldırdı ne de siyasi deprem yarattı. Peru toplumu bu gelişmeye acı bir kadercilikle, “beklenen son” havasında baktı. Yeni binyıldan bu yana ülkeyi yöneten 11 başkandan 5’inin ya hapse düşmesi ya da ağır ceza davalarıyla karşı karşıya kalması, artık Peru siyasetinin acı klişesine dönüşmüş durumda. Cumhuriyet artık lider yetiştirmiyor, sadece potansiyel tutuklu çıkarıyor.
Bu karanlık siyasi karnavalda, eski başkanlar Lima’daki “Barbados” cezaevinde arka arkaya hücreleri doldururken, bugünkü devlet başkanı Dina Boluarte’nin silueti hem trajikomik bir fars, hem de sistemin çürümüşlüğünün kaçınılmaz ürünü olarak öne çıkıyor. Peru tarihinin ilk kadın devlet başkanı olması bir dönüm noktasıydı ama bu unvanı seçim zaferiyle değil, kaosun içinden çıkıp gelen bir tesadüf zinciriyle elde etti. Önceki başkanın görevden alınması ve tutuklanmasıyla göreve gelen Boluarte’den beklenen istikrar sembolü olmasıydı. Ama onun adı kısa sürede şiddet, ikiyüzlülük ve toplumun görülmemiş bir tiksintisiyle anılır oldu. Peru Araştırma Enstitüsü’nün (IEP) verilerine göre Boluarte’nin halk desteği yüzde 2’ye kadar düştü; memleketi güney bölgelerinde ise destek oranı yüzde 1’in bile altında. Karşılaştırmak gerekirse, önceki liderlerin en karanlık günlerinde bile popülerlik hiçbir zaman iki haneli rakamların altına inmemişti. Boluarte sadece sevilmiyor; ona karşı açık bir nefret var. Onunla alay eden memler, Peru devlet başkanını küresel internet mizahının maskarası haline getirdi. Ama bu komedinin ardında aslında bütün bir ulusun tükenmişliği ve çaresizliği gizleniyor.
Taşradaki nüfus müdürlüğünden Pizarro Sarayı’na: bir siyasi yanlış anlamanın öyküsü
Boluarte fenomenini kavrayabilmek için Peru’nun on yılı aşkın süredir süren kriz kroniklerine bakmak gerekiyor. Son altı başkandan beşi görevini tamamlayamadan koltuğundan oldu. Kağıt üzerinde başkanlık sistemiyle yönetilen Peru, fiiliyatta kırılgan ve patlamaya hazır bir melez rejime dönüştü. Kongre, parçalı yapısıyla her an bir “azil karnavalı” başlatabilecek güce sahip; yürütme ise sağlam bir zeminden yoksun.
Bu tabloya 2021’de sahneye çıkan isim, köy öğretmeni Pedro Castillo’ydu. Peru’nun en yoksul kesimleri için umut sembolüne dönüşen Castillo, sol eğilimli “Peru Libre” partisinin başkan adayı olarak dikkat çekti. Partinin kurucusu Vladimir Cerrón aslında başkan yardımcılığına hazırlanıyordu ancak yolsuzluktan hüküm giyince önü kapandı. Böylece, o güne dek Ulusal Kimlik Sicilinde (bizdeki nüfus müdürlüğü ayarında bir kurum) mütevazı bir bürokrat olan Dina Boluarte’nin adı masaya sürüldü. Onun başkan yardımcılığına seçilmesi kendi hayatında adeta piyango ikramiyesi gibiydi; belki de farkına bile varamadığı bir ikramiye.
Castillo’nun iktidarı daha baştan çökmeye yazılıydı. Sadece 17 ayda beş farklı kabine kurdu, toplam 78 bakan değiştirdi; devlet aygıtı felç oldu. Sağcıların kontrolündeki Kongre üç kez azil girişiminde bulundu. Son perde 7 Aralık 2022’de yaşandı. Castillo umutsuzca parlamentoyu feshetmeye ve olağanüstü hal ilan etmeye kalktı. Bu adım herkes tarafından darbe teşebbüsü olarak görüldü. Kongre birkaç saat içinde 130 sandalyeden 101’iyle görevden alınmasına karar verdi. Castillo, “isyan” suçlamasıyla tutuklandı ve şimdi 34 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor.
Anayasa gereği görev boşalınca başkan yardımcısı devreye girdi. Böylece ne siyasi ağırlığı ne karizması ne de net bir programı olan Dina Boluarte, bir anda Pizarro Sarayı’nın, yani Peru hükümetinin ihtişamlı merkezinin kapısından içeri girdi. İlk konuşmasında “ulusal birlik” ve yolsuzlukla mücadele vaat etti. Ama attığı ilk gerçek adım barış çağrısı değil, demir yumruk oldu.
“Katil Dina”: protestoların kanlı hasadı
Zaten paramparça olmuş ülke bir anda infilak etti. Devrik lider Castillo’nun on binlerce destekçisi sokaklara döküldü; talepleri nett i: Boluarte istifa edecek, Kongre feshedilecek, erken seçim yapılacaktı. Ayacucho, Puno ve Cusco gibi Castillo’nun kalesi olan yoksul güney bölgeleri gösterilerin merkezi haline geldi. Hükümetin cevabı ise acımasız oldu. Boluarte olağanüstü hal ilan ederek şehirlere ordu birliklerini soktu.
Aralık 2022’den Şubat 2023’e kadar Peru tam anlamıyla şiddete gömüldü. Amerika-arası İnsan Hakları Komisyonu’nun verilerine göre en az 50 sivil hayatını kaybetti, binden fazla kişi yaralandı. En kanlı sayfa ise 9 Ocak 2023’te Puno bölgesindeki Juliaca kentinde yaşandı. Güvenlik güçleri 18 kişiyi öldürdü; aralarında üç çocuk da vardı. Human Rights Watch’un “Sizi ayırt etmeden vuruyoruz” başlıklı raporu, dünya kamuoyunu sarstı. Belgeler gösterdi ki ölenlerden 11’i protestocu bile değildi; kurşunlara tesadüfen hedef oldular. Çoğu göğsünden, başından ve sırtından vuruldu; bu da güvenlik güçlerinin kasten öldürücü ateş açtığını ortaya koydu.
Hükümet başta inkâr yolunu seçti. Resmî açıklamalarda “güvenlik güçleri ateşli silah kullanmadı” denildi; ölümlerin protestocuların kendi aralarındaki çatışmalardan kaynaklandığı, hatta Bolivya’dan getirilen el yapımı silahların kullanıldığı öne sürüldü. Ama adli raporlar bu yalanları yerle bir etti: Cesetlerden çıkan mermiler yalnızca Peru ordusu ve polisinin kullandığı kalibreye aitti.
İşte o gün “Dina Asesina” yani “Katil Dina” imajı doğdu. “Katil Dina, halk senden yüz çeviriyor! Daha kaç ölü verelim de gidesin?” nakaratlı şarkı, protestoların gayriresmî marşı ve sosyal medyanın virali haline geldi. Birleştirici olması beklenen başkan, milyonların gözünde ebediyen cellada dönüştü.
“Rolex-gate”: devlet politikasına dönüşen cüretkâr bir alay
Protestoların kanlı bastırılması Boluarte’yi ahlaki meşruiyetten mahrum bıraktıysa, ardından patlayan yolsuzluk skandalları onun dürüst yönetici imajını tamamen yok etti. Mart 2024’te gazeteciler, daha önce sade tarzıyla bilinen başkanın kolunda lüks Rolex saatlerle boy göstermeye başladığını fark etti. Üstelik tek modelle değil; farklı Rolex’lerle. La Encuesta’nın soruşturması en az 14 farklı model tespit etti. Aralarında pırlantalı altın saatler vardı; tanesi 20 bin dolara kadar çıkıyordu. Resmî mal varlığı beyanında ise bu saatlerin adı geçmiyordu. Böylece “Rolex-gate” patlak verdi.
Toplumsal baskı Savcılığı harekete zorladı. Boluarte’nin rezidansında polis araması yapıldı, başkan ifade vermek zorunda kaldı. Yaptığı açıklama tam bir pişkinlik örneğiydi: Saatleri kendisine “bir süreliğine ödünç verdiğini” söylediği kişi, Ayacucho valisi Wilfredo Oscorima’ydı. Ama aynı Boluarte, kısa bir süre önce kendi hükümetinin Oscorima’nın bölgesine 100 milyon sol (yaklaşık 28 milyon dolar) “kalkınma ödeneği” aktardığını unutmuştu!
Basın toplantısında, “sadelik” rolünü kanıtlamak için Peru menşeli ucuz takı markası Unique’in mücevherlerini gösterip saf saf “Biliyor musunuz bu marka ne? Unique!” diye sordu. O cümle bir anda mem oldu; halktan kopmuşluğun simgesi haline geldi. Yoksulluk sınırının altında yaşayan 9,5 milyon insanın bulunduğu, nüfusun %27,6’sının açlıkla boğuştuğu bir ülkede başkanın Rolexlerle oynayıp ardından ucuz takıyla şov yapması, kitleler için açık bir hakaret gibiydi.
İktidarın plastiği: yeni burna yeni gerçeklik
Saat skandalı daha soğumadan yeni bir fırtına koptu. Bu kez mesele başkanın yüzüydü. Temmuz 2023’te 61 yaşındaki Boluarte birkaç gün ortadan kayboldu. Tekrar ortaya çıktığında ise karşısına çıkan halk şaşkındı: yüzündeki kırışıklıklar ve torbalar yok olmuş, burnunun şekli bambaşka hale gelmişti.
Gazetecilerin araştırması, Boluarte’nin Kongre’ye haber vermeden en az üç estetik operasyon geçirdiğini ortaya koydu: rinoplasti ve iki farklı yüz gerdirme. Bunları, Lima’nın en pahalı cerrahlarından Mario Cabani gerçekleştirdi. Maliyeti on binlerce dolar. Başkanın, “nefes alma sorunlarım vardı, sağlık için yaptırdım” savunması alay konusu oldu. Savcılık bu kez de “görevini terk etme” suçlamasıyla yeni bir dosya açtı. Çünkü başkan, görevini devretmeden günlerce ortadan kaybolmuştu.
2025 And Karnavalı’nda ise halk kostümle mesajını verdi: koca koca altın saatler giyenler “Dostum Oscorima, bana da bir Rolex yollar mısın?” diye tempo tuttu; diğerleri “Dina Boluarte, estetikle halkı tahrik ediyorsun. Taze marul yaprağı gibi çıkıp bize gülüyorsun” diye şarkılar söyledi. Halk, hükmünü mizahla verdi.
Hayatta kalma savaşı: cellatlara af ve “10 sol’luk öğle yemeği”
Halk desteği olmadığını ve asla olmayacağını bilen Boluarte, iktidarda kalmak için tek bir güce yaslandı: ordu ve polis. Ağustos 2024’te imzaladığı “tarihi” af yasasıyla, 1980–2000 yılları arasında insanlığa karşı suç işlemekle yargılanan güvenlik görevlilerini sorumluluktan kurtardı. O dönem, devlet ile aşırı sol gruplar Sendero Luminoso ve Tupac Amaru Devrimci Hareketi arasında kanlı bir iç savaş yaşanmıştı. Resmî Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun verilerine göre yaklaşık 70 bin Peru vatandaşı ya hayatını kaybetti ya da kayboldu. Bu ölümlerin %37’sinden devlet güçleri sorumluydu; işkenceler, yargısız infazlar ve “ölüm mangaları” sıradan yöntemler haline gelmişti.
Boluarte’nin affı, aralarında cezaları kesinleşmiş olanların da bulunduğu yaklaşık 150 kişiyi ve davaları süren 600 güvenlikçiyi hukuki sorumluluktan kurtardı. Başkan, bu kişileri “kahraman” ve “vatanın gerçek savunucuları” diye nitelendirerek onlarca yıldır adalet arayan kurban yakınlarının yüzüne alenen tükürdü. Bu hamle tamamen soğukkanlı bir hesaplamaydı: kendi başına gelebilecek olası yargı süreçleri karşısında güvenlik aygıtının sadakatini garantilemek.
Aynı dönemde Boluarte, başarısız da olsa halkla bağ kurmaya çalıştı. 2024 sonbaharında yaptığı bir açıklamada kadınların “tasarrufu bildiğini” söyleyerek “10 sol’e (yaklaşık 2,8 dolar) üç kap yemek hazırlanabileceğini” iddia etti. Bu söz ülkede dalga dalga alaya dönüştü. Gazeteciler ve blog yazarları işin pratiğini ortaya koydu: o parayla ancak en ucuz ürünlerden oluşan sefalet tabakları alınabiliyordu. Boluarte’nin önerisi “sefalet kokulu yemek” diye etiketlendi, kendisine ise yeni bir lakap yapıştı: “Dina-10-sol”.
O sırada ülkenin gerçek tablosu daha da kararıyordu. 2022’den bu yana cinayet oranları %30’a yakın arttı. Organize suç, özellikle de haraç şebekeleri, iş dünyasını köşeye sıkıştırdı. Yalnızca 2025’in ilk yedi ayında, haraç ödemeyi reddeden 65 otobüs şoförü öldürüldü. Hükümet bu şiddet dalgası karşısında tam bir çaresizlik sergiliyor.
Epilog: çöküşün laboratuvarı
Dina Boluarte, Peru siyasetindeki terminal krizin kusursuz yansımasına dönüştü. O, krizin sebebi değil, sonucu. Bir nüfus memurundan Latin Amerika tarihinin en sevilmeyen devlet başkanına uzanan yolu, aslında meşruiyeti ve halk güvenini yitirmiş kurumların nasıl çarpık ve yaşanmaz yönetim biçimleri ürettiğinin hikâyesi.
İktidarını korumak için yaptığı her hamle — cellatlara af, yargı soruşturmalarını engelleme çabaları, pişkince demeçler — onu kaçınılmaz sona daha da yaklaştırıyor: kendi selefleri gibi sanık sandalyesine oturacağı gün.
Bugünkü Peru, adeta bir siyasi laboratuvar. Demokrasi, sınırlarının ne kadar esnetilebileceğini burada test ediyor. İnka İmparatorluğu’nu, İspanyol sömürüsünü ve kanlı gerillayı atlatmış bir ülke, şimdi kısır bir döngünün rehinesi. Artık iktidar hizmet değil, lanet; başkanlık sarayı da hapishane hücresinin ön odası.
Ve Boluarte yeni Rolex’ler denerken ya da bıçak altına yattığını gizlemeye çalışırken, İnka diyarı derin bir uçuruma doğru savruluyor. Ufukta en küçük bir ışık kıvılcımı dahi görünmüyor.