“Hybrid warfare” kavramı, 2000’lerin ikinci yarısından itibaren hem akademik çevrelerde hem de siyaset sahnesinde sıkça konuşulmaya başladı. Bugün bu kavram, klasik askeri operasyonların yanı sıra hedef ülkenin toplumsal dokusunu, ekonomisini ve kamuoyunu sarsmaya yönelik yöntemleri de kapsayan bir savaş tarzını ifade ediyor. Yani mesele yalnızca tanklarla, uçaklarla yürütülen operasyonlar değil; siber saldırılar, ekonomik sabotaj, bilgi manipülasyonu, dezenformasyon kampanyaları ve ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesi de aynı paketin parçası.
Artık “hibrit savaş”, “hibrit tehdit”, “hibrit saldırı” gibi terimler siyasal söylemin, medya analizlerinin ve stratejik belgelerin ayrılmaz unsuru. Açık işgale varmayan ama düşmanca nitelik taşıyan her türlü eylem bu kategoriye dahil ediliyor. Ancak uzmanların önemli bir kısmı kavramın muğlaklığını vurguluyor. Çünkü bu esneklik, kavramın kimi zaman yalnızca propaganda aracı olarak kullanılmasına da zemin hazırlıyor.
Kavramın doğuşu: Amerikalı generallerden Lübnan savaşına
Modern anlamda bu kavramı ilk dillendirenlerden biri ABD Deniz Piyadeleri’nden Korgeneral James Mattis’ti. 2005 yılında bir savunma forumunda sunduğu raporun ardından, kısa süre sonra Yarbay Frank Hoffman ile birlikte “Future Warfare: The Rise of Hybrid Wars” başlıklı makaleyi kaleme aldı. Hoffman, özellikle 2006’daki İkinci Lübnan Savaşı üzerinden teorisini geliştirdi. O savaşta Hizbullah, deniz hedeflerine yönelik füzelerden gerilla taktiklerine, uluslararası medyayı hedef alan psikolojik kampanyalardan sofistike silah kullanımına kadar tam anlamıyla “hibrit” bir repertuvar ortaya koymuştu.
Hoffman’a göre geleceğin savaşlarında ABD’nin karşısına çıkacak aktörler, düzenli orduların imkanlarını terör yöntemleri, suç örgütleriyle bağlantılar, siber saldırılar ve propaganda ile harmanlayacak, böylece hem fiziksel hem de psikolojik ağır darbeler indirecekti. Onun tanımıyla hibrit savaş; klasik silahların, düzensiz taktiklerin, terörist yöntemlerin ve kriminal pratiklerin aynı anda, eşgüdümlü şekilde devreye sokulması demekti.
NATO ve AB’de hibrit tehdit alarmı
2010’lardan itibaren NATO stratejik söylemine de “hibrit savaş” kavramı dahil oldu. Ancak asıl kırılma, Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhakıyla yaşandı. Aynı yıl NATO’nun Galler zirvesinde “hibrit tehditler” resmen kayda geçti. Öncesinde Taliban ya da Hizbullah gibi devlet dışı aktörlere odaklanan tartışmalar, artık Rusya, İran, Çin ve Kuzey Kore gibi devletlerin oluşturduğu tehditlere yönelmişti.
2016’daki Varşova Zirvesi’nde NATO, hibrit saldırılar karşısında ittifakın ünlü 5. maddesini –kolektif savunma hakkını– devreye sokabileceğini kabul etti. Aynı yıl AB ile NATO ortak hareket planı üzerinde anlaştı. 2017’de NATO bünyesinde hibrit tehditleri izleme birimi kuruldu. AB ise 2016’da ortak caydırıcılık programı hazırladı, 2018’de ise hibrit saldırılara karşı direnci artırmaya dönük ortak bir bildirge yayımladı. Helsinki’de açılan “Hibrit Tehditlerle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi” ise NATO ve AB uzmanlarını tek çatı altında buluşturan özel bir kurum olarak öne çıktı.
Ulusal stratejiler ve yeni kurumlar
Hibrit savaş doktrinini en sistemli şekilde sahiplenen ülke ABD oldu. Bugün Amerikan ordusunun tüm kuvvetlerinde, eğitim müfredatlarında bu kavramın izlerini görmek mümkün. Finlandiya ve Norveç de benzer şekilde hibrit savaş konseptini kendi savunma planlarına entegre etti. Danimarka ise 2018’de doğrudan “hibrit tehditlerle mücadele” için özel bir askeri birim kurdu.
Yani, 20 yıl bile dolmadan, birkaç Amerikalı askeri teorisyenin makalesinde ortaya çıkan bir fikir, bugün küresel savunma stratejilerinin merkezine oturdu. “Hibrit savaş” artık mecazi bir tabir değil, devletlerin fiilen karşı karşıya olduğu bir gerçeklik. Ve bu gerçeği görmezden gelmek, zaten başlamış bir savaşı kaybetmek anlamına geliyor.
Alternatif yaklaşımlar: Çin’in “sınırsız savaşı”
Bu kavramın Batı dışındaki versiyonları da boş durmadı. 1990’ların sonunda Çinli hava kuvvetleri subayları Qiao Liang ve Wang Xiangsui, “sınırsız savaş” doktrinini ortaya attı. Bu yaklaşım, klasik askeri çerçeveyi çoktan aşmıştı: siber saldırılar, kritik altyapılara zararlı yazılımlar bulaştırmak, döviz piyasalarında manipülasyon, dezenformasyon kampanyaları, hatta şehir merkezlerinde terör eylemleri bu doktrinin parçasıydı.
2000’lerin başında Çin Halk Kurtuluş Ordusu “üç savaş” stratejisini geliştirdi: psikolojik, enformasyonel ve hukuki savaş. Burada hukuki savaş özellikle dikkat çekiciydi; ulusal ve uluslararası hukukun, askeri ve siyasi hedeflere ulaşmak için adeta bir silah gibi kullanılmasını öngörüyordu. 2013’te yayımlanan “Askeri Strateji Bilimi” eserinde ilk kez “sivil-askeri bütünleşme” kavramı yer aldı. Bu, ekonominin, diplomasinin ve bilimin, stratejik caydırıcılığın ayrılmaz unsurları haline getirilmesi demekti.
Batı’da ise 1990’larda “dördüncü nesil savaşlar”, “bileşik savaş” gibi benzer teoriler tartışılıyordu. Frank Hoffman da kendi hibrit savaş kavramını oluştururken bu çalışmalardan beslendi. Batılı literatürde “gri bölge” (grey zone) kavramı da bu çerçevede anılıyor: açık silahlı çatışmaya varmayan ama siyasi, ekonomik ve enformasyonel araçlarla yürütülen düşük yoğunluklu çatışma hali.
Rus bakışı: "doğrusal olmayan savaş"
2013 yılı Şubat ayında Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov, “Voenno-promyshlennyi kur'er” dergisinde yayımladığı makalede “doğrusal olmayan savaş” kavramını ortaya koydu. Gerasimov’a göre stratejik hedeflere bazen askeri olmayan yollarla ulaşmak mümkün: kamuoyu mühendisliği, muhalefete destek, “renkli devrim” benzeri hareketlerin kışkırtılması. Batılı analiz çevreleri bu yaklaşımı asıl 2014’te — Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna doğusundaki çatışmalar — sonrası gündemine aldı ve zamanla bu fikir “Gerasimov doktrini” olarak anılmaya başlandı. Rus yayınlarında ise “hibrit savaş” deyince genellikle iktidarın meşruiyetini ve siyasi sistemi zayıflatmaya yönelik askeri olmayan yöntemler kastediliyor.
Avrupa Hibrit Tehditlere Karşı Mücadele Merkezi ise bu tür saldırıların amacını şöyle özetliyor: demokratik kurumlara güveni yıkmak, toplumsal kutuplaşmayı körüklemek, demokrasinin temel değerlerini aşındırmak ve siyasetçilerin karar alma kapasitesini zayıflatmak.
Neden hibrit savaşlar ortaya çıkıyor?
Hibrit savaşların temel nedeni asimetri: Doğrudan askeri çatışmaya giremeyecek kadar zayıf veya doğrudan karşı koyma gücü bulunmayan aktörler, maliyeti düşük ama etkisi yüksek hibrit araçlara yöneliyor. Bu yöntemler güçlü bir ordu gerektirmiyor, fakat siyasi ve ekonomik anlamda ciddi zarar verebiliyor. Hibrit taktikler aynı zamanda yıpratma savaşına dönüşerek muhatabı uzun vadede zayıflatmayı hedefliyor.
Bir diğer avantaj ise sorumluluğun inkar edilebilmesinde yatıyor. Saldırgan devlet açık bir savaş ilan etmeden, “inanılır inkar” mekanizmaları arkasına saklanarak yaptırımlardan ve siyasi izolasyondan kaçabiliyor. Bu ikilik, itibar ve hukuki riskleri azaltıyor — tam bir savaş ilanı halinde ortaya çıkacak sonuçlardan daha az maliyetli oluyor.
Ayrıca hibrit savaş saldırganlara manevra alanı bırakıyor: Baskı düzeyi koşullara göre artırılıp azaltılabiliyor. Nükleer caydırıcılığın bulunduğu konjonktürde açık çatışmanın yaratacağı felaket ihtimali göz önüne alındığında bu esneklik kritik önem taşıyor.
Mağdur devlet için durum çok daha karmaşık: Bu saldırılara cevap bulmak zor, çünkü olaylar bulanık, çok katmanlı ve her zaman görünür değil. Verilen tepkiler sıklıkla hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına, kolluk uygulamalarının sertleşmesine, basın üzerinde baskının artmasına yol açıyor ki bu da toplumsal gerilimi daha da yükseltebiliyor. Böylece hibrit savaş hem dış istikrarı bozuyor hem de iç krizi derinleştirerek toplumu sürekli bir çatışma alanına çeviriyor.
Hibrit savaş örnekleri
2014 sonrasında — Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’daki silahlı çatışmanın başlamasıyla — hibrit savaş tartışmaları yeni bir ivme kazandı. Batı ülkeleri, ABD ve Ukrayna Rusya’yı; Donbas’taki sözde cumhuriyetlere personel, finansman ve askeri destek sağlamaktan, kapsamlı bilgi operasyonlarına kadar uzanan geniş bir hibrit araç yelpazesini kullanmakla suçladı. Moskova defalarca bu iddiaları reddetti; fakat 2022’deki tam ölçekli seferberlikle birlikte suçlamalar daha da arttı.
Haziran 2024’te AB, Rusya’ya karşı yeni bir yaptırım rejimini kabul ederek bunu doğrudan “hibrit operasyonlar”la ilişkilendirdi — sabotaj, yıkıcı faaliyetler, yıldırma, dezenformasyon, siber operasyonlar ve göçü baskı aracı olarak kullanma gibi eylemler bu kapsama alındı. Aralık 2024’te ise Avrupa Birliği, hibrit saldırılara katıldıkları gerekçesiyle bazı Rus vatandaşlarına yönelik kişisel yaptırımlar uygulamaya başladı. Moskova ise iddiaları tekrar tekrar reddetmeye devam etti; Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Batı’yla karşı karşıya gelmeyi tersinden “hibrit savaş” olarak nitelendirdi.
Asya-Pasifik’te de hibrit yöntemler ön planda. Güney ve Doğu Çin Denizi’ndeki tartışmalarda Pekin, Japonya, Vietnam, Filipinler, Tayvan, Malezya ve Brunei ile yaşanan gerilimlerde “gri bölge” taktiklerini etkin şekilde kullanıyor. Çin’in deniz milis gücü — balıkçı filoları temelli “mavi adamlardan” oluşan oluşumlar — istihbarat, provokasyon ve karşı ülkelerin gemileriyle karşılaşma yaratma gibi görevlerle, yapay ada inşaatlarını koruma ve bölgesel hakimiyeti pekiştirme amaçlı kullanılıyor.
İran da hibrit stratejisini aktif şekilde işliyor. “İleri savunma” doktrini çerçevesinde müttefik Şii gruplar aracılığıyla düşman topraklarında çatışma yürütmeyi öngörüyor. “Direniş ekseni” olarak adlandırılan yapı — Hizbullah ve benzer örgütler — bazı bölgelerde fiilen kontrol üslüyor, ekonomik alanlarda etkiler yaratıyor ve İslam İnkılabı Muhafızları Ordusu (İMHO) ile koordineli şekilde hareket ediyor. Quds Tugayları ise bölgedeki vekil güçleri eğitme, donatma, istihbarat toplama ve sınır ötesi sabotaj operasyonlarında kilit rol oynuyor.
Hibrit savaş yöntemleri
Hibrit operasyonların cephaneliğine giren temel araçlar şunlardır:
• siber saldırılar ve hacker operasyonları;
• terör eylemleri ve sabotajlar;
• dezenformasyon yayılması ve internet manipülasyonu;
• ekonomik sabotaj ve altyapıya yönelik saldırılar;
• “false flag” — başkası adına yürütülen operasyonlar;
• özel operasyon kuvvetleri ve istihbarat kaynaklarının kullanımı;
• vekil grupların, isyancıların, ayrılıkçıların ve muhalif hareketlerin desteklenmesi;
• diplomatik baskı ve yaptırımlar;
• seçim süreçlerine müdahale, partilere ve STK’lara finansman sağlama.
Bu yöntemlerin tamamı veya birkaçı eş zamanlı ve birbirini tamamlayacak şekilde kombine edilerek muhatabı zayıf düşürür ve karşılık vermesini güçleştirir.
Kavrama yönelik eleştiriler
Terim ne kadar popüler olursa olsun, “hibrit savaş” için tek, net ve evrensel bir tanım hâlâ yok. Araştırma merkezleri farklı kriterler öne çıkarıyor; örneğin Small Wars Journal en az beş ayrı tanımlamadan söz ediyor ve her biri farklı bir yönü—devlet dışı aktörlerin rolünden bilgi boyutuna kadar—vurguluyor.
Yine de hibrit savaş fikri günümüzün gerçekliğini açıklamada kullanışlı: düşük yoğunluklu çatışmalar, sınır ötesi silahlı grupların karışımı, dijital teknolojilerin kullanımı ve klasik ile geleneksel olmayan baskı araçlarının karmaşık birleşimleri artık sıradanlaştı.
Hibrit çatışmaların boyutları: sayılar ve son vakalar
Uluslararası Kızılhaç Komitesi verilerine göre 2024’te dünyada yaklaşık 120 silahlı çatışma kaydedildi; bunlara 60’tan fazla devlet ve 120’den fazla devlet dışı yapı karışmış durumda. Afrika’da 1960’lardan beri süregelen pek çok çatışmanın arkasında dış aktörlerin izi bulunuyor. Son yılların çarpıcı örneklerinden biri Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin doğusundaki kriz: 2021 sonlarından itibaren M23 hareketi güçlenip taarruza geçerken, 2025 başlarında Kuzey ve Güney Kivu eyaletlerinde geniş alanları ele geçirdi. BM ve Batılı hükümetler, isyancılara Ruanda tarafından silah, teçhizat ve binlerle ifade edilen asker desteği sağlandığı iddiasında bulundu.
Bu tablo, hibrit savaşın soyut bir teori olmaktan çıkıp XXI. yüzyıl çatışmalarının karakterini belirleyen somut bir uygulama haline geldiğini gösteriyor.
Tanım eksikliği: stratejik metinlerdeki boşluk
Resmi strateji ve doktrin belgelerinde bile hâlâ ortak bir tanım yok. Avrupa Komisyonu “hibrit tehditleri” — AB’nin zayıf noktalarını hedef alan, siyasi, askeri, ekonomik ve teknolojik araçların kompleks kullanımı ama resmen savaş ilan edilmemesi— şeklinde tanımlıyor.
İsviçre Silahlı Kuvvetleri hibrit savaşı “stratejik hedeflere ulaşmak için siyasi, ekonomik, bilgi, insani ve paramiliter araçların toplamı” olarak betimliyor; tanım, bu olgunun düzensiz ve gizli niteliğini vurguluyor.
ABD Kara Kuvvetleri öğretici notu TC 7-100 ise hibrit tehditleri “düzenli ve düzensiz güçlerin yanı sıra kriminal unsurların dinamik birleşimi” şeklinde tarif ediyor; bu ifade neredeyse aynen ABD Ordusu doktrininde (ADP 3-0) yer aldı. TRADOC kapsamında ise tanım daha da genişleyip siyasi, toplumsal ve kriminal araçların yanı sıra kinetik olmayan diğer yöntemleri de kapsıyor—amaç, askeri kısıtlamaları aşmak.
İsveç literatüründe ise genellikle “gri bölge sorunsalı” (gråzonsproblematik) terimi kullanılıyor; bu yaklaşım “total savunma” konseptiyle bağlantılı olarak, ülkeyi yalnızca askeri değil, her türlü tehditten korumayı hedefliyor.
Eleştiri ve tartışmalı yorumlar
Hibrit savaş tanımları, genişliği ve muğlaklığı nedeniyle uzun süredir eleştiri oklarının hedefinde. Uzmanlar, bu kadar geniş bir perspektiften ele alındığında “hibrit tehdit” kavramının neredeyse her türlü düşmanca eylem için evrensel bir etiket haline geldiğini söylüyor. Avrupa Parlamentosu da 2021’de yayınladığı bir raporda, net bir terminolojinin olmayışının tehditlerin sınıflandırılmasını zorlaştırdığını, kurumlar arası sorumluluk sınırlarını belirsizleştirdiğini ve hedefe yönelik karşı tedbirlerin geliştirilmesini engellediğini vurgulamıştı.
Buna karşılık bazı askeri tarihçiler kavramı çok daha dar bir çerçevede ele almayı savunuyor. Onlara göre hibrit savaş, düzenli ve düzensiz güçlerin tek bir strateji doğrultusunda koordine edilmesiyle sınırlı. Tarih boyunca bu yöntemi uzun soluklu savaş yürütme kapasitesine sahip güçlü devlet dışı örgütler uyguladı: Vietnam’da Vietminh ve sonrasında Vietkong, Lübnan’da Hizbullah, Sri Lanka’da Tamil Kaplanları, 2014–2017 döneminde ise IŞİD.
Tarihsel paralellikler ve akademik tartışmalar
Askeri tarihçilerden Williamson Murray ve Peter Mansoor, hibrit savaş olgusunun XXI. yüzyıl icadı değil, kadim yöntemlerin yeni paketlenmiş hali olduğunu savunuyor. Asimetrik pratikler insanlık tarihi kadar eski. M.Ö. 431–405 yılları arasındaki Peloponez Savaşları buna çarpıcı bir örnek: Atinalılar, Pylos adasını üs haline getirip Sparta’nın arkasında köle isyanlarını kışkırtmaya çalıştı. Yerel dili bilen Messenialı ajanlar kullanıldı, Sparta büyük güçlerini içeride tutmak zorunda kaldı ve bu durum onun kırılganlığını artırdı.
Hibrit savaş terimini literatüre kazandıran Frank Hoffman da ABD Bağımsızlık Savaşı’ndan Napolyon’un İspanya’daki harekâtına, Arap isyanındaki Lawrence operasyonlarından İrlanda bağımsızlık mücadelesine ve Vietnam Savaşı’na kadar pek çok örnek sıralamıştı. Hatta II. Dünya Savaşı gibi tamamen konvansiyonel görünen cephelerde dahi Sovyetler, Çin ve Fransa’daki partizan hareketleri lojistik hatları çökertmede belirleyici rol oynadı. Propaganda ve bilgi savaşı da her aşamayı eşlik etti.
Soğuk Savaş ise hibrit yöntemleri adeta “normal” hale getirdi. Kuzey Vietnam, düzenli birliklerle gerilla güçlerini aynı anda kullandı; sabotaj, terör, psikolojik savaş yöntemlerini devreye soktu. ABD ise CIA üzerinden gizli operasyonlarla, örneğin Laos’taki Hmongları silahlandırıp eğiterek karşılık verdi. Amaç, Vietnamlıların Güney’e uzanan ikmal hatlarını kesmekti.
Uzmanlar arasındaki bitmeyen tartışmalar
Akademik çevrelerde hala şu sorunun etrafında tartışma dönüyor: Hibrit savaş hangi düzeyde yürütülüyor — taktik, operasyonel mi, yoksa stratejik mi? Bir grup, hibritliğin esasen cephede, düzenli ve düzensiz yöntemlerin birleşmesinde ortaya çıktığını savunuyor. Diğerleri ise stratejik boyutu vurguluyor: devletin istikrarını bozmak, toplumu demoralize etmek.
Kanadalı araştırmacı Jean-Christophe Boucher, hibrit savaşların en ayırt edici yönünün sivillerin, savaş dışı aktörlerin ve devlet dışı yapıların geniş ölçekte sürece dahil edilmesi olduğunu belirtiyor. Amerikalı gerilla savaşı uzmanı Albay John McCuen ise hedef kitlenin yalnızca düşman ordusu olmadığını, aynı zamanda düşman toplumunun, saldırgan devletin kendi kamuoyunun ve uluslararası camianın da saldırının odağına girdiğini öne çıkarıyor. Böylece hibrit savaş, askeri, toplumsal ve bilgi boyutlarını kesiştiren çok katmanlı bir fenomen olarak tanımlanıyor.
Yeni çağın görünmez cephesi
Hibrit savaş, askeri raporlardaki soyut bir kavram değil, bugünün siyasi gerçekliği. Artık cephe hatları yalnızca siperlerden ve şehirlerden geçmiyor; kablo ağlarından ve banka hesaplarından, kitlelerin bilincinden ve kamuoyundan, akıllı telefonlardan ve sosyal medyadan geçiyor. Bu savaşta hedef, kurumlara duyulan güven, siyasi iktidarın meşruiyeti ve toplumun dayanıklılığı.
Geçmişin savaşları başlama ve bitiş tarihi olan, barış antlaşmalarıyla noktalanan konvansiyonel mücadelelerdi. Hibrit çağda ise savaş görünmez, başlangıçsız ve sonsuz; askeri, ekonomik, bilgi ve kültürel katmanlar iç içe. Silah artık her şey: bir söz, bir yaptırım, viral bir video, bir terör saldırısı, sunucuya sızan bir virüs, hatta mülteci akını. Saldırgan rolünü reddedebilir, sorumluluk bulanıklaşır; çoğu kez ilk kurşun sıkılmadan mağlubiyet başlar.
Tarih, asimetrik ve kombine yöntemlerin insanlığı daima takip ettiğini gösteriyor: Sparta’daki köle isyanlarından XX. yüzyıl gerilla savaşlarına kadar. Ama XXI. yüzyılda bu yöntemler küresel ve sistematik bir boyut kazandı. Artık hibritlik istisna değil, norm. Ne güçlü devletler ne zayıflar bu saldırılardan bağışık. Dahası, toplum ne kadar açık ve demokratikse, manipülasyon, dezenformasyon ve siyasi sabotaj karşısında o kadar kırılgan.
Hibrit savaş, geleceğe yönelik en sert meydan okumadır. Dünya, savaşla barışın iç içe geçtiği kalıcı bir çatışma alanına dönüşüyor; cephe artık arka hatlarda, her bir vatandaş potansiyel bir hedef veya araç. Bu savaşta galibiyet, tank ve füzeyle değil; değerleri koruyabilen, toplumu dirençli kılabilen, kaosa ve yalana bağışıklık geliştirebilen tarafın olacak.
Geçmişte savaşlar barış anlaşmalarıyla sona ererdi. Hibrit çağda ise barış, yalnızca saldırılar arasındaki bir moladan ibaret. Asıl soru şu: Görünmese de savaşın çoktan başladığını kabul etmeye hazır mıyız? Çünkü bu gerçeği reddeden, kaybetmeye mahkûm.