
Avrupa’nın stratejik bağımsızlık vitrinine dönüştürülmek istenen dev savunma projesi bugün çöküşün eşiğinde. Söz konusu olan, altıncı nesil savaş uçağı ve tümleşik hava muharebe sistemi olarak lanse edilen FCAS programı. Avrupa’nın ABD, Çin, Rusya, İngiltere, İtalya ve Japonya karşısında teknoloji devrimi yapacağını kanıtlaması beklenen bu dev proje, Fransa ile Almanya arasındaki gerilim yüzünden sallantıda.
Berlin ile Paris’in savunma politikalarında uzun süredir derin ayrılıklar var. Son dönemde Almanya’nın Ukrayna için Amerikan şirketlerinden silah satın alma kararı, Fransa’nın sert tepkisini çekti. Paris, “öncelik Avrupa üreticilerinde olmalı” diyerek Almanya’ya rest çekti. Bu olay, FCAS çevresinde patlayan asıl krizin sadece girizgahı oldu. Dassault Aviation (Fransa), Airbus Defence and Space (Almanya) ve Indra (İspanya) eşit ortak gibi görünse de kontrol Paris’in elinde. Fransa’nın, projedeki payını artırarak silah ihracatını bloke etme hakkını elde etmeye çalıştığı konuşuluyor. Berlin ise bunu stratejik projenin tekelleştirilmesi olarak görüyor.
Siyasi tablo da berrak. Washington’a giderek daha fazla yaslanan Almanya, Fransızların güvenini kaybediyor. Yarın ABD, Boeing üzerinden kendi altıncı nesil savaş uçağını dayatırsa, Berlin buna karşı durabilir mi? Yoksa FCAS, Amerikan çıkarlarının bir aparatına mı dönüşecek? Başlangıçtaki hedef “ABD’yi yakalamak ve geçmek” iken, tablo bulanıklaşıyor.
Projenin maddi boyutu ise dudak uçuklatıyor: 2040’a kadar 100 milyar avrodan fazla yatırım planlanıyor. FCAS sadece Rafale ve Eurofighter’ın yerini almakla kalmayacak, aynı zamanda F-35’e rakip olacak. Ancak mesele tek bir uçak değil; insansız hava araçlarıyla entegre, bulut tabanlı komuta sistemleri ve yapay zekayla koordine edilen tüm bir muharebe mimarisinden söz ediyoruz. Avrupa’nın havacılıkta zirveye oynamak istediği açık.
Ama işin aslı, ulusal hırsların bir araya getirilemediğini gösteriyor. Bir dönem İngiltere de ortak masadaydı, ama kısa sürede rotasını değiştirip İtalya ve Japonya ile GCAP programını başlattı. Ve bu alternatifin, FCAS’ten daha hızlı ilerlediği konuşuluyor. Avrupa, birleşeceğine parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya; her ülke kendi çıkarını kolluyor, kendi şirketlerini öne çıkarıyor.
Dolayısıyla FCAS’in geleceği, Avrupa savunma entegrasyonunun geleceğiyle özdeşleşmiş durumda. Proje çökerse, Avrupa yalnızca para ve zaman kaybetmeyecek; yüksek teknoloji ve güvenlikte stratejik özerklik iddiasını da toprağa gömecek.
Kâğıt üzerinde FCAS hâlâ nefes kesici: 100 milyar avronun üzerinde yatırım, çok amaçlı bir savaş uçağı, insansız sistemlerin entegrasyonu, bulut tabanlı teknolojiler, yapay zekâ destekli hava muharebesi. Fakat proje ne kadar iddialıysa, çıkar çatışmaları da o kadar derin. Dassault Aviation, Airbus Defence and Space ve İspanyol Indra şimdilik aynı zincirin halkaları gibi görünüyor; ama her biri kendi hesabının peşinde.
Avrupa savunma işbirliği tarihine bakıldığında, yarım kalmış hayallerle dolu bir dosya açılıyor. İngiltere, bir dönem Avrupa’nın ortak savaş uçağı masasındaydı; ama sonunda ipleri koparıp İtalya ve Japonya’yla GCAP programına yöneldi. Ve uzmanlara göre GCAP, hızda FCAS’i geride bırakmış durumda. O yüzden Paris-Berlin kapışması, basit bir Brüksel bürokrasisi meselesi değil; Avrupa’nın “askeri özerklik” hayalinin ne kadar kırılgan olduğunu gösteren bir turnusol kağıdı.
Bugünkü krizin kökleri 2021’e uzanıyor. O dönemde Paris ile Berlin arasında ilk açık sürtüşmeler patlak verdi. Fransızlar, sipariş dağılımında Almanya ve İspanya’nın iki üçünü kontrol etmesinden korkuyordu. Alman Savunma Bakanlığı’nın gizli raporunda, Fransa’nın “aşırı güçlü pozisyonunun” altıncı nesil uçağın önünü tıkadığı yazılıydı. Dahası, proje “yeni bir sistem” yerine, Alman ve İspanyol bütçeleriyle finanse edilen bir “Rafale-Plus” riskini taşıyordu.
Şu an program, kilit teknolojilerin belirlenmesi ve ilk prototipin hazırlanması aşamasında. Yaklaşık 3,2 milyar avro bütçe ayrıldı; 2026 yazına kadar tamamlanması öngörülüyor. Eğer takvim şaşmazsa, 2029’da uçabilir durumda bir prototip sahneye çıkacak. Ama asıl soru şu: ortaklar bu noktaya birlikte varabilecek mi?
Fransa’da sesler giderek yükseliyor: “Gerekirse tek başımıza yürürüz.” Ulusal Meclis’te açıkça soruluyor: “Tek başımıza başarabilir miyiz?” Dassault Aviation CEO’su Eric Trappier, bu bahar milletvekillerine “eşit sipariş dağılımı ilerlemeyi yavaşlatıyor” dedi. Ona göre FCAS’in kalbi uçak ve drone entegrasyonu; bunun için tek merkezden koordinasyon şart. “Bir lider olmadan iş birliği imkânsız,” diye altını çizdi.
Savunma Bakanı Sébastien Lecornu da aynı noktaya bastı: “Üç ülkenin birlikte savaş uçağı yapması olağanüstü zor. Liderlik konusunda dürüst bir tartışmaya ihtiyacımız var.” Berlin’de bu sözler, Paris’in projeyi ele geçirme girişimi olarak algılandı. Alman havacılık sanayii birliği BDLI, Fransa’yı doğrudan suçladı: “Söylemin arkasında Dassault’nun çıkarları var.”
Artık mesele şirket rekabetini aşmış durumda. FCAS, devlet başkanlarının gündeminde. 24 Temmuz’da Tegel Gölü kıyısındaki Villa Borsig’de buluşan Şansölye Friedrich Merz ile Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, savunma bakanlarına Ağustos sonuna kadar “gerçekçi bir yol haritası” hazırlama talimatı verdi. Nihai plan 28–29 Ağustos’ta Toulon’daki ortak hükümet zirvesinde masaya konacak. Kararların yıl bitmeden açıklanması bekleniyor.
Savunma Bakanı Boris Pistorius, Osnabrück’te Lecornu ile buluşup tansiyonu düşürmeye çalıştı: “Avrupa’nın savunma kapasitesi, ancak Fransız-Alman iş birliğiyle güçlenebilir,” dedi. Fakat sahada tablo farklı: Paris ve Berlin, “ortak proje” kavramını tamamen farklı yorumluyor.
Soru açık: Fransa ile Almanya FCAS’te ortak bir gelecek bulabilecek mi? Meselenin kalbi sadece teknoloji değil; iki ülkenin zıt siyasi ve ekonomik stratejileri. Friedrich Merz’in şansölyeliği, bu çatlağı daha da belirginleştirdi. Macron için FCAS, “stratejik özerklik” vizyonunun omurgası, Avrupa’nın ABD’den kopma iddiasının sembolü. Berlin içinse “Washington’dan bağımsızlık” söylemi diplomatik bir ambalajdan ibaret. Almanya, ticaret anlaşmalarından Ukrayna’ya Amerikan silahı alımına kadar ABD’ye daha da kenetleniyor.
Peki Paris ne yapıyor? Taleplerini sertleştiriyor. Yeni uçağın uçak gemilerinde kullanılabilecek bir deniz versiyonu olsun istiyor. Almanya’nın böyle bir donanması olmadığı için önceliği değil. Daha hassas konu ise Fransız nükleer silahlarının entegrasyonu. Açık açık konuşulmuyor ama asıl kırmızı çizgi bu olabilir.
Hatırlatalım: FCAS fikri, Trump’ın ilk döneminde doğmuştu. O yıllarda Avrupalılar, ABD’ye bağımlılığı kırmak için savunma teknolojilerinde kendi yolunu arıyordu. Ama aradan geçen zamanda Alman savunma sanayii, Amerikan sistemine daha da gömüldü.
F-35 örneği ibretlik. Berlin, Lockheed Martin’den uçak siparişi verdi ama üretimin bir kısmını Almanya’da istemekte ısrarcı oldu. Sonuçta Düsseldorf merkezli Rheinmetall, kritik parçaların üretim hakkını kaptı. Ne var ki şirketin üçte birinden fazlası Kuzey Amerikalı yatırımcıların elinde. Rheinmetall, Amerikalı devlerle yeni ortaklıklar kuruyor; bağımlılık daha da kökleşiyor.
FCAS’teki fay hattı yalnızca Paris–Berlin çekişmesiyle sınırlı değil; iki dev sanayi aktörü Airbus ve Dassault arasındaki uçurum da giderek büyüyor. Almanya’nın lokomotifi Airbus, uzun yıllardır Amerikan savunma devleriyle iç içe çalışıyor. Northrop Grumman’dan Kratos’a kadar uzanan iş birliklerinin son halkası, Temmuz 2025’te başlatılan ortak drone projesi. Hatta Airbus’ın ABD’deki ayağı, Washington yakınlarındaki Arlington’da 50 yıla yakındır faaliyet gösteriyor. Pentagon, DARPA, NASA ve diğer stratejik kurumlarla dirsek temasında olan Airbus U.S. Space & Defense, Alman tarafının Washington’la bağını sembolize ediyor.
Fransız Dassault Aviation ise bambaşka bir çizgide. Hisselerinin üçte ikisi Dassault ailesinin elinde olan şirket, ABD’yle yalnızca tali işlerde —simülatör ve eğitim sistemleri gibi— çalışıyor. Ne ABD’de şubesi var, ne Amerikan sistemine gömülmüş durumda. İşte bu yüzden Paris, FCAS’te liderlik istiyor: çünkü bu proje Fransa için, kritik teknolojilerin ipini elden kaçırmadan Amerikan çıkarlarına eklemlenmemek adına son kale.
Bu noktada gerçek çıplak gözle görülüyor: Macron ve Merz yıl sonuna kadar “gerçekçi yol haritası” sunsa bile, derin fay hatları yerinde duracak. Zira FCAS, sadece yeni bir uçak değil; Fransa ile Almanya’nın stratejik zihniyet farkının aynası.
Asıl kırılma noktası, teknoloji paylaşımı. Paris baştan beri net: “Her şeyi masaya koymayız.” 2021’de Dassault ile Airbus’ın kapışmasının sebebi buydu. Berlin, kritik teknolojilere erişim isterken; Fransızlar bazı bileşenleri “kara kutu” mantığıyla saklı tutmakta ısrarcıydı. Dassault için bu, sadece prensip değil, tarihsel dersin sonucu. 1980’lerde Eurofighter projesine girmeyip kendi Rafale’ini yapması hâlâ hafızalarda.
Airbus Defence and Space’in patronu Jean-Brice Dumont’un sözleri bu çatışmayı özetliyor: “Bugün fikri mülkiyetimizi korumak zorundayız, yarın ise tamamen paylaşmamız bekleniyor.” Airbus’ın “teknolojiyi bölüşelim” mantığı ile Dassault’nun “her şey bende toplansın” yaklaşımı, FCAS’in asıl dramı.
Üstelik Dassault’nun elinde güçlü bir koz var: Rafale. Hindistan’dan Endonezya’ya, BAE’den Mısır ve Sırbistan’a kadar talep tavan yapmış durumda. Rafale sadece ticari başarı değil, Paris için jeopolitik kaldıraç da oldu. Bu yüzden Fransa’da birçok kişi şu soruyu soruyor: “Kontrolü kaybetme riskine gireceksek FCAS’e ne gerek var? Tek başımıza ilerler, ihracatın tüm nimetlerini toplarız.”
Gerginliği artıran bir başka gelişme 2024’te geldi. Belçika, programda gözlemci statüsü kazandı. Resmi gerekçe: F-35 alımında yaşanan sıkıntılar. Ama perde arkasında amaç, Brüksel’i Avrupa yörüngesinde tutmaktı. Dassault’nun tepkisi sert oldu. CEO Eric Trappier, “F-35’ten vazgeçmeyen Belçika’nın FCAS’te yeri olamaz, bu olsa olsa bir fars olur,” dedi. Belçika Savunma Bakanı Theo Francken ise aynı sertlikle karşılık verdi: “NATO ve AB üyesi bir ülkenin yüksekten konuşan sanayicilerden öğüt almaya ihtiyacı yok.”
FCAS etrafındaki gerilimin asıl sorusu şu: Dassault aslında projenin çökmesini mi istiyor? Ekonomik açıdan bakıldığında, bu senaryo Paris için gayet rasyonel görünüyor. Zira Dassault, FCAS olmasa da güçlü. Tek başına altıncı nesil bir uçak geliştirmeye yönelirse, bürokratik zincirlerden ve ortaklarla boğucu müzakerelerden kurtulup ihracatta neredeyse tekelleşebilir.
Dolayısıyla, “gizli teknolojilerin paylaşımı” meselesi sadece mühendislik tartışması değil. Bu, Avrupa’nın önündeki temel tercihi yansıtıyor: ya ortak bir savunma kimliği inşa edilecek ve ülkeler birbirine güvenmeyi öğrenecek, ya da herkes yeniden kendi milli projesine dönüp kendi kârını, kendi çıkarını kollayacak. Ve işin ironisi, güçlü sipariş defteriyle Dassault bu gidişatın katalizörü olabilir.
Son sözü ise para söyleyecek. Fransa, isterse teknolojik olarak tek başına projeyi sürükleyebilir; ama ekonomik yük altından kalkılamaz boyutta. Resmi belgelerde dolaşan 100 milyar avroluk bütçe, daha çok siyasi bir uzlaşı gibi duruyor. Gerçekte faturanın ne olacağı kimseye sır değil. Greenpeace’in araştırmasına göre, uçağın tüm yaşam döngüsü hesaba katıldığında maliyetler yüz milyarlarla değil, trilyonlarla ölçülecek. Analistlerin uyarısı net: bakım, modernizasyon, operasyon giderleri daima düşük gösterilir; ama asıl yükü onlar bindirir. 2070’e kadar FCAS’in toplam maliyeti 1,1 ila 2 trilyon avro arasında hesaplanıyor. Savunma devleri için rüya gibi kâr, Avrupalı vergi mükellefleri içinse taşınmaz yük.
Bu atmosferde İspanya sembolik bir hamle yaptı: Amerikan F-35 alımından vazgeçip tercihini Eurofighter ya da FCAS’ten yana koydu. Bu, projeyi siyasi planda tahkim etti ama kilit meseleye çare olmadı: ana finans yükünü kim üstlenecek?
Berlin, FCAS’in geleceğini diğer dev proje MGCS’ye (yeni nesil tank programı) bağlamaya çalışıyor. MGCS’te kritik rol Rheinmetall’e ait. Savunma Bakanı Boris Pistorius 24 Temmuz’da açıkça konuştu: “MGCS de FCAS de Paris-Berlin ortaklığını simgelemeli, milli egoizmin kurbanı olmamalı.” İki programa da “tam ve yekpare destek” verdiklerini söyledi. Ama sözler, şimdilik sözden ibaret.
Gerçekte FCAS de, MGCS de ip üzerinde yürüyor. Eğer Fransa bu kez —1980’lerde olduğu gibi masadan kalkmaz da— projede kalırsa, kader tek bir şeye bağlı olacak: Almanya’nın sınırsız finans desteği verip vermeyeceğine. Zira önümüzdeki yıllarda askeri harcamaları katlayarak artırmayı planlayan taraf Berlin. Ve işte o noktada belirlenecek: FCAS, Avrupa’nın teknolojik bağımsızlığının simgesi mi olacak, yoksa bir kez daha rafa kaldırılmış, gerçekleşmemiş bir hayale mi dönüşecek?