
2025 yılı itibarıyla Türkiye, yalnızca bölgesel istikrarsızlığa bir yanıt üretmekle kalmıyor, aynı zamanda yıllardır yürüttüğü teknolojik egemenlik stratejisinin meyvelerini alıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Lahey'deki NATO Zirvesi dönüşü yaptığı açıklamayla resmen duyurduğu “Çelik Kubbe” (Çelik Kubbe) projesi, klasik bir hava savunma sisteminden fazlasını temsil ediyor. Bu proje, Türkiye'nin savunma mimarisinde radikal bir paradigma değişiminin adıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20 Haziran 2025 tarihinde Ankara Esenboğa Havalimanı’nda yaptığı net açıklama bu yeni yaklaşımın özünü özetliyor:
“Artık hiçbir ülke, bir veya iki sisteme bel bağlayamaz. Biz, bir bütün olarak çalışan bir savunma organizması inşa ediyoruz. Radarımız, roketimiz, elektronik harp sistemlerimiz, bir insanın sinir sistemi gibi eşgüdüm içinde çalışmalı.”
Bu sözler, Türkiye’nin dışa bağımlı hava savunma dönemine veda ettiğinin açık ilanıdır. Patriot’lardan S-400’lere kadar dışa bağımlı çözümlerle hava sahasını koruyan bir Türkiye yerine, artık yerli zekâyla donatılmış, entegre ve çok katmanlı bir yapı geliyor.
Milli Savunma Bakanlığı’nın Mayıs 2025 raporuna göre, yıl sonuna kadar Çelik Kubbe sistemine entegre edilecek ana unsurlar şunlardır:
- KORKUT: Kısa menzilli, mobil alçak irtifa hava savunma sistemi
- HİSAR-A: Alçak irtifa kısa menzilli savunma sistemi
- HİSAR-O: Orta menzilli hava savunma sistemi; seyir füzelerine karşı etkili
- SİPER: 100 km üzeri menzilli, uzun menzilli stratejik hava savunma sistemi
Ancak Çelik Kubbe'yi özel kılan, bu sistemlerin sadece mekanik bir birleşim olmayışıdır. Tüm bu bileşenler, yapay zekâ ile yönetilecek açık modüler mimariye sahip bir dijital omurgaya bağlanacak. Haziran 2025 itibarıyla Türk güvenlik kaynakları, bu yapının yalnızca yerli çözümlerle değil, aynı zamanda Azerbaycan ve Katar’la yürütülen algoritma paylaşımı iş birliğiyle geliştirildiğini doğruladı.
SETA’nın 12 Haziran 2025 tarihli analizine göre, Çelik Kubbe yalnızca füze ve İHA tehditlerine değil; aynı zamanda beşinci nesil savaş uçakları gibi yüksek manevra kabiliyetli hedeflere karşı da savunma sağlayacak. Bu yönüyle, esasen kısa menzilli roketleri hedef alan İsrail’in Iron Dome sisteminden temel olarak ayrılıyor. Türkiye’nin hedefi ise çok yönlü, çok katmanlı ve çok fonksiyonlu bir koruma şemsiyesi.
Savunma teknolojileri alanında Türkiye ile özdeşleşen ASELSAN ve ROKETSAN gibi şirketler, şu an Çelik Kubbe’nin elektronik harp modülleri ve entegre sensörleri üzerinde yoğun Ar-Ge faaliyetleri yürütüyor. Bu sistem, yalnızca fiziksel savunma değil; aynı zamanda elektromanyetik üstünlük sağlayacak.
Bölgedeki gelişmeler de bu tür projelerin aciliyetini artırıyor. Nisan 2025’te İsrail’in Yemen kaynaklı roket saldırılarına karşı 500’den fazla Tamir önleyici füzesi kullanması, İran’ın onlarca Shahed-238 kamikaze İHA’yı sahaya sürmesi, modern savaşın doğasının ne kadar karmaşıklaştığını bir kez daha ortaya koydu.
Çelik Kubbe, işte bu yeni çağın gerekliliklerine cevap veren uzun soluklu bir stratejik yatırım. İstanbul Teknik Üniversitesi Savunma Teknolojileri Enstitüsü’nün Mayıs 2025 raporunda şu ifadeye yer veriliyor:
“Türkiye, tarihinde ilk kez çok katmanlı hava savunma mimarisini kendi teknoloji tabanı üzerinde geliştirip ihraç edebilecek bir kapasiteye erişmiştir.”
Bu gelişme, savunma sanayisinde yalnızca “üreten” değil, “kendi kurallarını yazan” bir Türkiye gerçeğine işaret ediyor. Sensörden yazılıma, yapay zekâdan entegrasyona kadar tüm süreçler artık Ankara’nın kontrolünde.
Ayrıca unutulmamalı ki Çelik Kubbe, yalnızca bir ulusal savunma projesi değil, aynı zamanda stratejik bir ihracat fırsatıdır. Bloomberg Türkiye’nin 15 Haziran 2025 tarihli haberine göre; Pakistan ve Katar, sistemin bazı bileşenlerinin temini konusunda Ankara ile ön görüşmelere başladı bile. Türkiye bu yolla, sadece güvenliğini değil, diplomatik nüfuz alanını da büyütmeyi hedefliyor.
Azerbaycan da bu gelişmeleri yakından izliyor. Bakü kaynaklı bilgilere göre, Azerbaycanlı hava savunma uzmanları, Çelik Kubbe sisteminin bazı entegrasyon modüllerine ilişkin saha testlerine davet edildi. Ermenistan kaynaklı İHA saldırıları ve roket tehditleri karşısında, çok katmanlı ve yapay zekâ destekli savunma teknolojileri, Bakü açısından da hayati önem taşıyor.
Bugünün gerçekliği açık: Saldırılar daha hızlı, daha ucuz, daha ölümcül. Koruma sistemlerinin ise daha akıllı, daha entegre ve daha otonom olması şart. Türkiye bu anlamda NATO’nun IAMD (Integrated Air and Missile Defence) konseptine benzer bir yol izliyor, fakat kendi bölgesel ihtiyaçları ve jeopolitik önceliklerine göre yeniden yorumlayarak.
Ekonomik açıdan da Çelik Kubbe oldukça ciddi bir yatırım. Savunma Sanayii Başkanlığı’nın verilerine göre, 2025 yılında Türkiye'nin milli hava savunma projelerine ayırdığı bütçe %21 oranında artırıldı ve 3.4 milyar dolara ulaştı. Bu kaynağın büyük bölümü ASELSAN ve ROKETSAN’a yönlendirildi. Yıl sonuna kadar ilk entegre modüller sahaya inecek.
Sonuç: Çelik Kubbe, bir mühendislik başarısından öte, yeni bir güvenlik vizyonunun somut adıdır.
Türkiye, yalnızca kendisini korumakla kalmıyor; müttefikleri için de caydırıcı bir kalkan inşa ediyor. Özellikle Azerbaycan gibi stratejik dost ülkeler için bu teknoloji, sadece savunma değil, aynı zamanda siyasi egemenliğin sigortası anlamına geliyor.
Artık “satın al ve korun” dönemi bitiyor.
“Geliştir ve yön ver” dönemi başlıyor.
Ve Türkiye, bu dönemin öncüsü olmaya hazır olduğunu herkese açık açık gösteriyor.
Türkiye’nin “Çelik Kalkanı”: Egemenlik için Dijital Sipere Doğru
2025’in başında Türkiye, hava ve füze savunmasına yönelik entegre yapay zekâ destekli sistem mimarisi olan “Çelik Kalkanı” (Çelik Kalkanı) konseptini kamuoyuna sunduğunda, uzmanların ilk sorduğu sorulardan biri Rusya’dan 2017 yılında 2,5 milyar dolara alınan S-400 sistemlerinin akıbeti oldu. Zamanında ABD ile Türkiye arasında diplomatik krize neden olan bu sistemler, bugün itibarıyla Ankara’nın yeni savunma mimarisiyle çelişen, zor yönetilen bir “stratejik mirasa” dönüşmüş durumda.
Milli Savunma Bakanlığı’nın 2025 baharında yayımladığı teknik belgelerde açıkça ifade ediliyor: Çelik Kalkanı yalnızca donanım değil, tamamen dijitalleştirilmiş bir savunma ağıdır. Radarlar, sensörler, atış üniteleri, elektronik harp sistemleri ve komuta merkezleri tek bir yapay zekâ destekli sistem çatısında birleştiriliyor. ASELSAN, ROKETSAN, TÜBİTAK SAGE ve MKE gibi lider yükleniciler, son çeyrek raporlarında bu sistemin yerli kriptografi protokollerine ve tamamen milli algoritmalara dayandığını teyit ettiler.
Bu durum, S-400 sistemlerinin entegrasyonunu neredeyse imkânsız hale getiriyor. Çünkü bu sistemler, Rus yazılımlarına ve teknik desteğe bağımlı çalışıyor. Savunma Teknolojileri Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sedat Bülbül’ün Milliyet gazetesine Nisan 2025’te verdiği demeç oldukça net:
“S-400 sistemlerinin Türk dijital altyapısıyla entegre edilmesi, açık kaynak kodları paylaşılmadan teknik olarak olanaksız.”
Ve Moskova’nın bu kodları Ankara’ya vermeye ne niyeti var ne de geçmişte bir işaret verdi.
NATO’nun Tutumu Değişmedi
2025 başında NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, Brüksel’de düzenlenen Transatlantik Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, bu konuya yeniden değinerek net konuştu:
“Kritik savunma altyapılarının NATO sistemleriyle uyumu, siber risklere ve siyasi manipülasyona açık Rus teknolojisi üzerine inşa edilemez.”
Yani, S-400’ler hem teknik hem de siyasi düzlemde bir yabancı cisim olarak algılanmaya devam ediyor.
Çelik Kalkanı Ne Vadediyor?
Yeni sistemin temelinde, tüm tehdit vektörlerine yanıt verebilecek modüler ve çok katmanlı bir savunma vizyonu yer alıyor. KORKUT gibi kısa menzilli sistemler, alçaktan uçan İHA’lara ve dolanan mühimmatlara karşı geliştiriliyor. 2025 Mart ayında Savunma Sanayi Başkanlığı’nın yayımladığı rapora göre, KORKUT’un %90’ı yapay zekâ ile kontrol edilen dijital altyapıya geçmiş durumda.
HİSAR-A ve HİSAR-O sistemleri, seyir ve balistik füzelerin önlenmesinde aktif görev alacak. 2026’dan itibaren ise uzun menzilli SİPER sisteminin sahaya çıkması planlanıyor. Bu mimari, “uçtan uca gerçek zamanlı komuta aktarımı” prensibiyle tasarlanıyor. Her sensör ve her modül, ulusal veri protokolü ile çalışmak zorunda. Yani, dışa bağımlı hiçbir yazılım veya destek bu sisteme entegre edilemiyor.
S-400: Etkisiz Bir Dev Silah mı?
400 km menzile, aynı anda onlarca hedefe kilitlenebilme kapasitesine rağmen, S-400’ler yeni sistemle “konuşamıyor.” 2017’de Türkiye için siyasi ve stratejik bağımsızlık mesajıydı. Bugün ise bu sistemler Ankara’nın modern güvenlik vizyonunda stratejik yük haline geldi.
Anadolu Ajansı’nın 12 Mayıs 2025 tarihli haberine göre, Türk makamları üç ana senaryo üzerinde duruyor:
- S-400’leri tamamen otonom bir yedek sistem olarak muhafaza etmek,
- Üçüncü bir ülkeye satış — ancak bu CAATSA yaptırımlarını tetikleyebilir,
- Uzun süreli depolama, bakım yapılmaksızın bekletilmesi.
2030’a Uzanan Milli Hedef
6 Haziran 2025’te yayımlanan SSB strateji belgesine göre, Çelik Kalkanı projesi 2030’a kadar Türkiye’nin stratejik önceliği olarak ilan edildi. Önümüzdeki beş yıl içinde sisteme ayrılacak toplam kaynak 12,7 milyar doları geçecek. Hedef açık: Hiçbir kritik savunma bileşeni yabancı kontrolüne açık olmayacak.
Azerbaycan’ın da bu yaklaşımı güçlü şekilde desteklediği biliniyor. Türkiye’nin savunma sanayisindeki millileşme süreci, Bakü için sadece teknik değil, aynı zamanda jeopolitik güvenlik açısından da önemli. Sadece “donanım” değil, algoritmaların egemenliği, güncellemelerin kontrolü ve siber bağımsızlık da bu stratejinin temelidir.
2025’in gerçekliği şudur: S-400 artık Türk savunma vizyonunun bir parçası değildir.
Çelik Kalkanı, yalnızca modern savunmanın değil, milli egemenliğin dijital sembolüdür.
Henüz Tamamlanmadı — Ama Doğru Yolda
Savunma Bakanı Yaşar Güler’in 2025 başında yaptığı açıklamada belirttiği gibi, Çelik Kalkanı’nın çeşitli alt sistemlerinin testleri hâlâ sürüyor. ROKETSAN ve ASELSAN imzası taşıyan radar, komuta ve füze sistemlerinin entegre çalışması henüz tüm cephelerde oturmadı. Güler’in ifadeleri net:
“Vatandaşımızı korumak istiyorsak, kendi teknolojimizi geliştirmeliyiz.”
Mart 2025’te İstanbul Savunma Araştırmaları Merkezi tarafından yayımlanan bir değerlendirme raporu, şu anki kapasitenin orta menzilli füzeler ve İHA’lara karşı sınırlı olduğu; büyük şehirlerin ise tam koruma kapasitesine ulaşmasının en az 5–7 yıl süreceğini ortaya koyuyor.
Türkiye’nin Çelik Kalkanı yolculuğu, yalnızca bir savunma hamlesi değil, bir egemenlik manifestosudur.
S-400 meselesi ise, bu yolculukta geride bırakılması gereken, siyasi geçmişi ağır ama geleceğe uyumsuz bir dosya olarak kapanmaya hazırlanıyor.
Türkiye’nin Geçiş Aşamasındaki Hava Savunma Vizyonu: Hazır Temeller, Büyük Hedefler
Tüm eksiklerine rağmen, Türkiye halihazırda entegre bir hava ve füze savunma sistemi (HİSA) kurma yolunda işlevsel temel bileşenlere sahip. Bu segmentler, geçiş sürecinde dahi etkin bir ara çözüm olarak işlev görebilecek nitelikte. En belirgin örnek: HİSAR-O+.
2024 yılında TSK envanterine giren HİSAR-O+, 25 kilometreye kadar hedefleri başarıyla vurabiliyor. Bu sistem, yakın çevre tehditlerine karşı orta irtifa müdahale kapasitesiyle öne çıkarken; yeni nesil varyantı olan HİSAR-RF, 2025 Nisan ayında Mersin açıklarında yapılan canlı atış testlerinden başarıyla geçti. Defense Turkey’in aktardığına göre, testler gerçek hedef senaryoları üzerinden icra edildi.
ASELSAN Genel Müdürü Haluk Görgün’ün açıklamasına göre, yıl sonuna kadar ilk etapta 8 bataryalık HİSAR-RF sistemi TSK’ya teslim edilecek. Bu gelişme, Türk hava savunma yeteneklerinin operasyonel sahaya aktarımı açısından önemli bir dönüm noktası.
Siper: 100 Kilometrelik Vizyon
Öte yandan Türkiye, uzun menzilli hava ve füze tehditlerine karşı da proaktif davranıyor. SİPER sistemi, hem aerodinamik hem de balistik hedeflere karşı 100 kilometre menzile kadar müdahale edebilecek şekilde geliştiriliyor. İlk testleri 2023’te başlasa da, 2025 Ocak ayında ilk defa balistik hedefler üzerinde yapılan atışlarda 5 hedefin 4’ü başarıyla imha edildi.
Bu veriler, henüz sistemin tam olgunluğa ulaşmadığını gösterse de, ilerlemenin istikrarlı ve güven verici olduğunu ortaya koyuyor.
Bu çerçevede, Türkiye önümüzdeki birkaç yıl içerisinde mevcut HİSAR, SİPER ve KORKUT gibi sistemleri ağ merkezli yapıya bağlayarak, genişletilmiş ve çok katmanlı bir geçici savunma şemsiyesi oluşturabilir. Bu yapı, özellikle İHA’lar, seyir füzeleri ve düşük hızlı roket tehditlerine karşı ciddi caydırıcılık sağlayacaktır.
Ancak tüm bileşenlerin tek bir dijital komuta mimarisinde birleşmesi, bağlantı altyapısının tamamlanması ve hedef paylaşımı algoritmalarının optimize edilmesi zaman alacak bir süreçtir. Türk askeri kaynakları, Mayıs 2025’te Hürriyet’e verdikleri röportajda bu süreci şöyle tanımladı:
“Gerçek bir hava savunma sistemi kurmak, yeni bir devlet inşa etmek gibidir. Binlerce parçayı yaşayan bir organizmaya dönüştürmelisiniz.”
Teknolojik Egemenliğe Atılan Adım
Çelik Kalkan’ın arkasında yatan stratejik vizyon oldukça açık: Türkiye, bu projeyle yalnızca savunma değil, bağımsızlık inşa ediyor. NATO içinde zaman zaman sorgulanan S-400 alımı ve Patriot programındaki belirsizlikler, Ankara’nın büyük güçlere olan güveninin sınırlı olduğunun göstergesi.
Kadir Has Üniversitesi’nden Prof. Serdar Gülen, Ortadoğu Perspektif dergisinin Nisan sayısında bu durumu şöyle özetliyor:
“Milli hava savunma sistemi, Türkiye’nin büyük güç dalgalanmalarına karşı gerçek anlamda bağımsızlık arayışıdır.”
Bölgesel Etki ve Stratejik Derinlik
Bu hamlenin sadece iç politika değil, bölgesel güvenlik dengeleri açısından da önemli sonuçları olacak. Türkiye, NATO’nun güney kanadında kritik bir konumda bulunurken; Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz’de aktif rol oynamaya devam ediyor. Güçlü bir hava savunma altyapısı, Ankara’ya sadece savunma yeteneği değil, aynı zamanda diplomatik manevra alanı da kazandıracaktır.
Eğer sistem planlandığı gibi işlerse, Türkiye yalnızca kendisini savunan değil, HSS teknolojileri ihraç eden bir aktöre dönüşebilir. Bu noktada Azerbaycan ile 2024–2025 döneminde derinleşen askeri iş birliği özellikle dikkat çekiyor. Bakü, Türk hava savunma teknolojilerini dikkatle izliyor ve bazı çözümleri doğrudan sahaya taşımak için altyapı oluşturuyor.
Azerbaycan açısından Türkiye’nin çok katmanlı hava ve füze savunma mimarisi yalnızca teknik bir gelişme değil, aynı zamanda jeopolitik bir önceliktir. Tarihsel olarak Ankara’yla güçlü bir stratejik ortaklık içinde hareket eden Bakü, bu ittifakı sadece diplomatik söylemlerle değil, sahada da pekiştiriyor.
Azerbaycan Savunma Bakanlığı’nın verilerine göre, 2024–2025 yıllarında hava ve füze savunma unsurlarını içeren en az beş ortak tatbikat düzenlendi. Bu tatbikatlar, iki ülkenin savunma doktrininde entegrasyonun artık teoriden pratiğe geçmeye başladığını gösteriyor.
Qafqaz Monitor Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün Mayıs 2025 tarihli raporuna göre, Azerbaycan önümüzdeki dönemde Türk sistemlerinin bazı bileşenlerini kendi ulusal savunma altyapısına entegre etmeye hazır. Bu adım, hem eski Sovyet teknolojilerine olan bağımlılığı azaltacak, hem de Ermenistan ya da bölgedeki diğer potansiyel tehdit odaklarına karşı direnci artıracaktır.
HISAR + SİPER: Geçişten Güvene
Tam anlamıyla olgunlaşmış, tümleşik bir “Türk Çelik Kalkanı”nın inşası yıllar sürecek bir stratejik süreçtir. Ancak HİSAR ve SİPER sistemlerine dayanan geçiş versiyonu, Turkish Defense Industries konsorsiyumunun Haziran 2025 tarihli raporuna göre, 2027 yılına kadar kademeli olarak faaliyete geçebilir.
Bu geçici ama etkili sistem bile, Türkiye'nin yalnızca kendi güvenliğini sağlamasını değil, aynı zamanda Güney Kafkasya ve Doğu Akdeniz güvenlik mimarisini yeniden şekillendirmesini sağlayacaktır. NATO ile iş birliğini sürdüren, ancak aynı zamanda tamamen milli çözümlerle yol alan Türkiye, savunma bağımsızlığını modelleyen örnek ülke pozisyonuna yükseliyor.
Azerbaycan’ın Kazanımı: Stratejik Direnç
Azerbaycan açısından bu gelişmeler, yalnızca askeri değil, ulusal bütünlük ve bölgesel istikrar bakımından da büyük değer taşıyor. Türkiye’nin savunma mimarisi henüz tamamlanmamış olsa da, sistemin geçici versiyonları dahi potansiyel saldırganlar için caydırıcı unsur niteliğinde.
Üstelik bu caydırıcılık yalnızca Ermenistan sınırında değil; Karabağ’dan Suriye’ye uzanan geniş bir coğrafyada etkili olabilir. Türkiye’nin inşa ettiği savunma sistemi ile Azerbaycan’ın bölgesel güvenlik hattı arasında oluşacak sinerji, hem askeri operasyonel kapasiteyi artıracak, hem de jeopolitik dengeyi Bakü-Ankara ekseni lehine güçlendirecektir.